Bilgiyle kurulan sessiz hegemonya

Modern çağın en derin kırılmalarından biri, bilginin salt öğrenme ya da keşif süreci olmaktan çıkıp toplumsal kontrolün temel aracına dönüşmesidir. Oysa bilgi, en az güç kadar politiktir. Fransız filozof Michel Foucault’ya göre bilgi, sadece hakikati açıklamak için kullanılmaz; denetim kurmak ve düzeni meşrulaştırmak amacıyla da işlev görür. Bilgi ile iktidar arasında doğrudan bir ilişki vardır. Bilgi, nesneleri tanımlarken o nesneler üzerinde nasıl davranılması gerektiğini de belirler.

Peki, bu süreçte akıl nerede devreye giriyor? Daha önemlisi, nasıl bir akıl? Bugünün dünyasında hâkim olan akıl tipi, “araçsal akıl”dır. Yani amaçlardan çok araçlara odaklanan, değerlerden çok verimlilik peşinde koşan bir akıl. Araçsal akıl “ne yapmalıyım?” değil, “nasıl yaparım?” sorusunu merkeze alır. İşte bu yüzden bilgi, artık teknik bir stratejiye dönüşmüştür.

Müfredatlar, istatistikler, kurumlar medya organları, istihbarat birimleri, hepsi bilgi üretir. Kimin elinde daha çok bilgi, veri, algoritmalar, yapay zekâlar, iletişim ağları varsa, o güçlüdür. Bilgi, sınırları çizilmiş bir düzenin içinde dolaşır. Her bilgi, bir seçimin sonucudur; hangi veriler toplanır, hangileri saklanır, hangileri istatistikleşir, hangileri öne çıkarılır veya karanlıkta bırakılır. Bu seçimi yapanlar, sadece gerçeği sunmaz; gerçeği de kurar.

Medya, bu sürecin başlıca aktörüdür. İnsanların neyi bilmesi, neyi unutması gerektiğine karar verir. Bazı haberler büyütülür, bazıları yok sayılır. Araçsal aklın şekillendirdiği bir toplumda bilgi anlam arayışının ötesinde bir kontrol mekanizmasıdır. Devletin resmî ideolojisinden dijital platformların algoritmalarına kadar her yerde, bilginin nasıl dolaşıma gireceği, kimin hangi bilgiye erişeceği ve neyi “doğru” kabul edeceği belirlenmiş durumdadır. Bu da bizi şu soruya getiriyor: Bilgiye gerçekten sahip olan mı özgür, yoksa sadece verileri yöneten mi güçlü?

Bilgi (veri) modern dünyada görünmeyen bir egemenlik aracı haline gelmiş durumda. Bilgiyle zihinleri yönetenler, tarihi ve geleceği şekillendirmiştir. Artık güç, toprak, nüfus, petrol kadar bilgiye erişim kapasitesine ve veriyi elde tutmaya da bağlıdır. Günümüzde sadece bilgiye sahip olmak yeterli olmuyor; o bilgiyi kimlerin ürettiği, nasıl paketlediği, hangi çerçeveye oturttuğu daha belirleyici bir hale geliyor.

Bilgi, uzun zaman boyunca öğrenme ve tarafsız bir aydınlanma aracı olarak görülse de iktidarların en güçlü dayanaklarından biri olmuştur. Sorgulayan zihinlerin yerini itaat eden zihinler aldığında, yönetim kolaylaşır. Bilgi, bu geçişi sağlar. Toplumun kendi özgür iradesiyle verdiğini sandığı kararlar, çoğu zaman önceden tasarlanmış yönlendirmelerin sonucudur. İkna edilmiş zihinler, itiraz etmez.

Bu bağlamda, Noam Chomsky’nin “rızanın imalatı” kavramı dikkat çekiyor. Toplumun onayı artık zorla alınmıyor; haberlerle, görsellerle, sloganlarla, içerik akışlarıyla gerçeklik algısı yeniden inşa ediyor. Böylece insanlar kendi kararlarını verdiklerini zannederken, aslında önceden inşa edilmiş bir düşünsel mimarinin içinde hareket ediyor.

Bilgiyle kurulan iktidar: Dünya örnekleri: Çin, sosyal kredi sistemiyle vatandaşların davranışlarını puanlayarak düzenliyor. Alışkanlıklar, ilişkiler ve hatta internet geçmişi bu sistemin bir parçası. Birey, sisteme uyum gösterdiği sürece ödüllendirilir. Aksi takdirde dışlanma, cezalandırılma ya da etiketlenme riskiyle karşı karşıya kalır. Toplumsal kontrol puanla sağlanır. Böylece birey, rızasını kendisi üretir.

ABD, 11 Eylül sonrası dönemde güvenlik söylemiyle benzer bir çerçeve çizdi. Gözetim sistemlerinin genişlemesi, yurttaşların mahremiyetinden feragat etmesi ile mümkün oldu. Bu feragatin temeli ise medya aracılığıyla yayılan sürekli tehdit algısıydı. İnsanlar, güvende kalmak için özgürlüklerinden vazgeçti. Rıza, korku üzerinden üretildi.

İsrail, Filistin topraklarında dijital denetimi daha ileriye taşıdı. Kameralar, yüz tanıma sistemleri, mobil veri takibi sayesinde bireylerin hareket alanı kısıtlanırken bu süreç, “güvenlik” gerekçesiyle meşrulaştırıldı. Direniş alanı daraltıldı, alternatif anlatılar bastırıldı. Bilgi, izleme ve yönlendirme aracı olarak işledi.

Bu örneklerin ortak paydası şudur: Bilgi, doğrudan zihinleri hedef alır. Yöneticiler, halkı neye inanması gerektiği konusunda doğrudan zorlamaz; inanç alanını biçimlendirir. Böylece birey, iktidarın istediği biçimi benimseyerek “kendi iradesiyle” boyun eğer.

Bilginin şekillendirdiği bu rıza ortamı, bireyin zihinsel haritasını yeniden çizer. Zorla dayatılmış bir görüşten çok, gönüllü içselleştirme söz konusudur. Artık propaganda yüksek sesten ziyade çokluk ve tekrar üzerinden yapılır. Algoritmalar her gün hangi içerikle karşılaşacağımızı belirlerken, düşüncelerimiz yavaş yavaş başkalarının çerçeveleriyle biçimlenir.

Bugün dünyada bilgiye sahip olanlar sadece devletler, iktidarlar değildir. Küresel teknoloji şirketleri, artık kamu otoritesinden çok daha etkili kararlar alabiliyor. Google’ın algoritması, hangi bilgiye erişileceğini belirliyor. Facebook, X, Tiktok gibi dijital platformlar hangi haberin görünür olacağını kontrol ediyor. Netflix, hangi hikâyelerin zihinlerde dolaşacağını seçiyor.

Bu şirketler, doğrudan yasa koymaz; ancak gündemi belirler. Yönlendirme görünmez olduğu için fark edilmez. Bilgiye dair seçim, hakikat algısını dönüştürür. Sessiz, şeffaf görünen, fakat derin etkiler yaratan bir dijital iktidar.

Sonuç: Bilgiyle kurulan sessiz hegemonya. Bilgiyi yönetenler, toplumu da yönetir. Rıza üreten düzenin temelinde bilgi varsa, her bireyin en temel sorumluluğu, kendisine sunulan bilgiyi sorgulamak ve yeniden düşünmektir. Belki de tam bu noktada bilgiye yeniden etik bir boyut kazandırmak, onu araçsallaşmaktan kurtarmak zorundayız. Çünkü bilgiyi insanın hizmetine sokamadığımız sürece, bilmek bizi özgürleştirmez; sadece daha incelikli bir tahakkümün parçası hâline getirir.