Bakan Çavuşoğlu'ndan İslam karşıtlığı mesajı

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu bu dinamik süreçte Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda 6 yıldır yoğun mesai harcıyor. Bu kapsamda biz de Çavuşoğlu ile küresel ve bölgesel gelişmelerini ve Türkiye’nin dış politika yaklaşımı hakkında açıklamalarda bulundu.

Bakan Çavuşoğlu'ndan İslam karşıtlığı mesajı

Kriter Dergi'nden Burhanettin Duran'a konuşan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Orta Doğu'dan Avrupa'ya kadar konular hakkında açıklamalarda bulundu. İşte söyleşinin tam metni...

Ortadoğu'dan Akdeniz'e ve Kafkasya'ya uzanan Türkiye'nin etrafında hareketli bir hat var. Çöken devletler, çatışma alanları ve terör örgütleri görünür durumda. Bu dinamik sürecin birbiriyle ilişkisini ve Türkiye boyutunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye sınamalarla dolu bir coğrafyanın merkezinde yer alıyor. Bu coğrafyaya baktığımızda bugün çevremizdeki çok sayıda ülkenin toprakları üzerinde tam olarak hâkimiyet sahibi olmadığını görüyoruz. Çevremiz, çatışma, büyük insani krizler ve zoraki göç üretiyor.

Pek çok faal ve donmuş ihtilafla çevriliyiz. Aslında ihtilaflar arasında “sıcak” ve “donmuş” şeklinde yapılan ayrımların da suni olduğunu düşünüyorum. Neticede donmuş olarak sınıflandırılsa da ihtilafların her an yeniden sıcak çatışmalara yol açması bir kıvılcım ve an meselesi. Bunun en son örneğini Yukarı Karabağ’da gördük.

Dünyada ve bölgemizde devletlerin kırılganlığı, jeopolitik rekabet, silahlı çatışma olgularının yükselişe geçtiğini görüyoruz. Konumumuz itibarıyla çevremizdeki tüm olumsuzlukların etkilerini yakından hissediyoruz. En az 30 civarında yurtdışı temsilciliğimiz doğrudan kriz ve çatışma bölgelerinde faaliyet gösteriyor.

Koronavirüs salgınının olumsuz etkileriyle birlikte etrafımızdaki kırılganlıklar daha da arttı. İyi yönetişim, devlet kapasitesi ve kriz yönetiminin ne kadar önemli olduğunu gördük. Türkiye son dönemde her alanda sergilediği performansla bu çalkantılı coğrafyada istikrar üreten bir ülke olarak ön plana çıktı. Çok boyutlu sınamalar ve yeni tehditler karşısında, milli menfaatlerimiz doğrultusunda sahada ve masada güçlü bir dış politika izliyor, etkin diplomasi ortaya koyuyoruz. Yumuşak ve sert güç unsurlarından dengeli bir şekilde istifade eden akılcı bir politika uyguluyoruz. Buna “Girişimci ve İnsani Dış Politika” diyoruz. Bu yaklaşımla oyun kurucu bir aktörüz. Öte yandan, Türkiye’yi hedef alan tertipleri akamete uğratarak aleyhimize kurgulanan oyunları bozmaktan da geri durmuyoruz.

Nitekim, bölgemizdeki en önemli istikrarsızlık unsurlarından biri de, Yunan/Rum ikilisinin gerek ülkemizin gerek KKTC’nin hakları hilafına Doğu Akdeniz’de bize karşı bir ittifak oluşturma gayretleridir. Bunun en somut örneği Doğu Akdeniz Gaz Forumu’dur. Bu tür projelerin başarılı olma şansı yoktur.

Doğu Akdeniz’de en uzun kıyı şeridine sahip Türkiye’nin ve Kıbrıs Türkleri’nin içinde olmadığı hiçbir proje, gerçek ve sürdürülebilir bir işbirliğine işaret etmez. Nitekim bu anlayışla, Sayın Cumhurbaşkanımız KKTC dahil tüm Akdeniz ülkelerinin iştirakiyle bir “Doğu Akdeniz Konferansı” toplanmasını önerdi. AB tarafından da kabul edilen bu fikrin hayata geçirilmesi için çalışmalarımız sürüyor.

Benzer şekilde, Ermenistan’ın, Yukarı Karabağ’da yaklaşık 30 yıldır devam eden işgali de bölgemiz için istikrarsızlık kaynağı. Bugüne kadar uluslararası hukukun uygulanmaması Ermenistan’ı, Kafkasya’nın şımarık çocuğu haline getirdi. Ermenistan’ın saldırıları karşısında Azerbaycan, halkını korumak, toprak bütünlüğünü yeniden tesis etmek için uluslararası hukuktan doğan meşru müdafaa hakkını kullanıyor. Azerbaycan, askeri harekâtını uluslararası tanınmış sınırları içinde kendi topraklarında icra ediyor. Uluslararası hukuk ve BM Güvenlik Konseyi kararları açısından bu topraklar Azerbaycan toprağıdır. Bunun tartışmaya açık bir yanı yok. 28 yıldır barış yoluyla toprak bütünlüğünü tesis etmek için müzakere eden Azerbaycan’ın sabrı taştı. Biz burada da kurgulanan oyunları görüyor, doğrulara işaret ediyoruz.

Azerbaycan'a tam destek

Azerbaycan, Ermenistan tarafından yaklaşık 30 yıldır işgal altında tutulan Yukarı Karabağ'daki topraklarını kurtarma çabasında. 27 Eylül'den beri bölge sıcak. Çatışmalar devam ediyor. Türkiye bu sürece nasıl yaklaşıyor ve önümüzdeki süreçte nasıl pozisyon alacak?

Türkiye, başından beri Yukarı Karabağ ihtilafının uluslararası hukuk, ilgili BM Güvenlik Konseyi ve AGİT kararları temelinde Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü ve uluslararası tanınmış sınırlarının dokunulmazlığını teminat altına alan barışçıl bir çözüme kavuşturulmasını destekledi.

Ancak, AGİT Minsk Grubu Eş-Başkanlarının uhdesinde yürütülen müzakere süreci, çözümsüzlükten fayda sağladığını düşünen Ermenistan nedeniyle bugüne kadar elle tutulur somut bir sonuç vermedi. Ermenistan müzakere sürecini istismar etti. Ermenistan’ın amacının, sonuç odaklı samimi bir müzakere yürütmek değil, çözümsüzlük sayesinde işgalini kalıcı kılmak, statükoyu pekiştirmek olduğu görüldü. Bugün gelinen noktanın müsebbibi Ermenistan’dır. Sahada yeni gerçekler mevcuttur.

Azerbaycan’ın tercih edeceği çözüm, bizim de kabulümüzdür. Azerbaycan’a desteğimiz tamdır. Azerbaycan, kardeşimiz olmasının yanısıra uluslararası hukuk indinde de haklı olan taraftır.

Batı dünyası Karabağ'ın işgaline sessiz

Avrupa ve ABD'den yansıyan açıklamalarda ise genel olarak Türkiye ve Azerbaycan eleştirisi ön planda. Halbuki uluslararası kriterlere göre işgalci konumunda olan ve sivil bölgeleri hedef alan taraf Ermenistan. Fakat ona dair doğrudan bir kınama yapılmıyor. Batı’daki bu yaklaşımı neye bağlıyorsunuz ve nasıl yorumluyorsunuz?

Uluslararası insancıl hukukun ve Cenevre Sözleşmelerinin açık ihlali anlamına gelen Ermenistan’ın saldırılarına karşı Batı kamuoyunun tek taraflı sessizliği gözümüzden kaçmıyor. Ermenistan savaş suçu işlerken, bu ülkenin insanlık dışı saldırılarına sessiz kalmak, suça ortak olmaktır. Batı, ülkelerin toprak bütünlüğü konusunda seçici hareket etmeyi bırakmalıdır. Kırım’ın ilhakının gayrimeşru olduğunu teslim edenler, nasıl olur da Azerbaycan’daki işgale gözlerini kapayabilirler? Bunu yapanların Ukrayna, Gürcistan ve Moldova’nın toprak bütünlüğü konusunda söylediklerinin samimiyeti ve inandırıcılığı tartışılır. Batı kamuoyu bu çifte standardın farkına varmalıdır.

Uluslararası hukuk uyarınca bu topraklar Azerbaycan’ındır. Burada tartışılacak bir husus görmüyoruz. Azerbaycan’ın toprak bütünlüğüne işaret eden BM Güvenlik Konseyi’nin 822, 853, 874, 884 sayılı kararlarına atıf yapmaktan kaçınmak, bu kararların varlığını ortadan kaldırmıyor. Batılı dostlarımıza tavsiyemiz; asılsız Ermeni propagandası yerine, uluslararası hukuku esas alarak Yukarı Karabağ politikalarını belirlemeleridir.

Son yıllarda Türkiye gerek ABD ve Rusya gerekse AB ile hem ilişkilerini sürdürüyor hem de farklı alanlarda bu ülkelerle ciddi şekilde rekabet ve mücadele içinde. Bu hem rekabet hem işbirliği durumu kamuoyu için yeni bir durum. Bunu biraz açıklar mısınız, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde Türkiye'nin şu andaki dış politika paradigması nedir?

Dış politika anlayışımız çerçevesinde diplomasiyi sıfır toplamlı bir oyun olarak görmüyoruz. Çeşitli aktörlerle muhtelif alanlardaki görüş farklılıklarımızı da bir rekabet unsuru olarak nitelendirmiyoruz. Arzumuz ve hedefimiz, ortak çıkarlar temelinde işbirliği sahasını genişletmek ve bundan bölgemizde barış ve istikrarı tesis etmek için faydalanmak. Bu bağlamda, yeri geldiğinde çift kulvarlı bir anlayışla hareket ediyoruz.

Örneğin, Rusya’yla bir taraftan Suriye, Libya ve Kırım gibi konulardaki görüş farklılıklarımızı samimiyetle dile getirirken, diğer taraftan ikili ticari ilişkilerimizi derinleştirmeye çalışıyoruz. Aynı şekilde, bir yandan Astana Süreci çerçevesinde Suriye’de siyasi çözüm doğrultusunda birlikte çaba gösterir veya İdlib’de sükûnetin muhafaza edilmesi için ortak devriyelerde bulunurken, enerji alanında Türk Akımı ve Akkuyu Nükleer Enerji Santrali gibi büyük projeleri gerçekleştirebiliyoruz.

Girişimci ve insani dış politika

Esasen, Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatları doğrultusunda hayata geçirdiğimiz ve kavramsallaştırdığımız “Girişimci ve İnsani Dış Politika” anlayışı da tam olarak bunu gerektiriyor. Karşı karşıya kaldığımız sınamalar ve riskler çerçevesinde Türkiye, gelişmeleri seyreden, akıntıya kapılıp giden bir ülke değildir. Tüm meselelerde inisiyatif alan ve gelişmeleri şekillendiren bölgesel bir aktördür. Sahada ve masada güçlü bir Türkiye ideali için çalışıyoruz. Güçlünün arkasında değil, mazlumun yanında, tarihin doğru tarafında bir tutum sergiliyoruz. Öngörülü ve manevra kabiliyeti yüksek bir diplomasimiz var. Amaç da belli: bölgemizde sürdürülebilir barış ve kalkınmanın önünde engel olarak duran kimi kronik kimi yeni risk, tehdit ve sınamaları girişimci anlayışla bertaraf ederek, tüm bölgemizin ve tabiatıyla Türkiye’mizin önünü açmak ve yüce milletimizin refah ve esenliğine katkıda bulunmak.

ABD ve AB’yle ilişkilerimiz bağlamında geçmişten gelen güçlü bir müktesebatımız bulunuyor. Ancak, FETÖ ve PYD/YPG/PKK başta olmak üzere terör örgütleriyle mücadele ve ülkemizin meşru güvenlik kaygılarının giderilmesi bağlamında haklı beklentilerimiz bulunuyor. Muhataplarımızın buna kayıtsız kalmasını kabullenmek mümkün değil. Bu tutumumuzu her fırsatta dile getiriyoruz.

Öte yandan ABD’yle 100 milyar dolarlık ticaret hacmi hedefini hayata geçirecek adımlar atmaya hazırız. Keza, AB üyeliğini stratejik bir hedef olarak muhafaza ediyoruz. AB’yle de göç konusundaki 18 Mart mutabakatının ve Gümrük Birliği’nin güncellenmesi konularında ortak çıkarlarımız temelinde çalışmaya hazır olduğumuzu defaatle vurguladık.

Muhalefet tarafından yapılan değerlendirmelerde Türkiye'nin dış politikada yalnız kaldığı iddiası dönem dönem dolaşıma sokuluyor, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’nin dış politikada bir eksen kayması yaşadığına veya yalnız kaldığımıza dair ithamlar yeni değil. Türkiye ne zaman dış politikada milli çıkarları bağlamında gerekli adımları bağımsız bir şekilde atsa bu ve benzeri görüşler hemen yeniden dolaşıma sokuluyor. Biz bunu, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi geçici üyeliğimiz döneminde İran’a yeni yaptırımlar uygulanmasına hayır oyu verirken de, darbelere karşı çıkarken de, Doğu Akdeniz’de ülkemizin ve KKTC’nin çıkarlarını savunurken de gördük, yaşadık.

Ben bu iddianın sahiplerine şunu sormak istiyorum: dış politikada yalnız kalmış bir ülke nasıl oluyor da üyesi bulunduğu uluslararası örgütlerde bu ölçüde etkin rol oynayabiliyor, Dönem Başkanlıkları üstlenebiliyor, Zirve ve toplantılara ev sahipliği yapabiliyor ve tüm coğrafyalarla ilişkilerini geliştirerek dünyanın en geniş beşinci diplomatik ağını kurabiliyor?

Bu nasıl bir yalnızlıktır ki; 26 ülkeyle yüksek düzeyli stratejik işbirliği süreci kurmuşuz ve merkezinde yer aldığımız coğrafyada barış ve istikrara katkı amacıyla üçlü, dörtlü ve çok taraflı formatta 14 işbirliği sürecini hayata geçirmişiz. Ayrıca “Barış için Arabuluculuk” ve “Medeniyetler İttifakı” gibi girişimlerimiz küresel ölçekte büyük kabul ve takdir görmüş. “Yeniden Asya”, “Dijital Diplomasi” ve “Antalya Diplomasi Forumu” gibi ses getiren yenilikçi projeleri hayata geçirmişiz ve ülkemizi devre dışı bırakmaya çalışan oluşumların yaşama şansı dahi olmamış?

Öte taraftan sadece 2020 içinde çok sayıda farklı örgütte Dönem Başkanlığını üstleniyoruz (Asya Parlamenterler Asamblesi, Akdeniz İçin Birlik Parlamenterler Asamblesi, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Forumu, Ekonomik İşbirliği Teşkilatı, Güney Doğu Avrupa İşbirliği Süreci, Asya İşbirliği Diyaloğu, D-8). Kıdemli Türk diplomatları bugün BM’den AGİT’e ve UNESCO’ya kadar farklı uluslararası örgütlerde en üst düzey görevlere getiriliyorlar. Son olarak, Büyükelçi Sayın Volkan Bozkır üye ülkelerin ezici çoğunluğunun desteğiyle BM 75. Genel Kurul Başkanı seçildi. Tüm bunlar ülkemize olduğu kadar Türk diplomasisine de duyulan güvenin bir tezahürüdür, “yalnızlık” iddialarına en iyi yanıttır.

Tek taraflı beklentiler problemli

Türkiye-İsrail, Türkiye-Mısır ve Türkiye-Suudi Arabistan isimleri yan yana geldiğinde Türkiye’nin bu ülkelerle ilişkilerini iyileştirmesi gerektiği yönünde pek çok yayın ve yorum görülüyor. Bu konudaki yorumunuz nedir?

Ortak çıkarlar temelinde tüm bölge ülkeleriyle dostane ilişkiler tesis etmek, dış politikamızın temel hedefleri arasında. İkili ilişkileri bölgenin refahı ve kalkınmasından da ayrı göremeyiz.

Bu açıdan değerlendirildiğinde, İsrail'le ilişkilerimizi belirleyen temel parametreler arasında, bu ülkenin Filistinli kardeşlerimize karşı tutumu da yer almaktadır. Türkiye’nin, bölgemizde en büyük adaletsizliğin yaşandığı, uluslararası hukukun her gün ayaklar altına alındığı Filistin’deki duruma sessiz kalması söz konusu olamaz. İsrail’in, Türkiye ve bölgedeki tüm ülkelerle sürdürülebilir ilişkiler tesis edebilmesi için, Filistin halkının haklarını gasp etmeye son vermesi ve iki devletli çözüm hedefine zarar veren politikalarından vazgeçmesi gereklidir. Bu sadece ülkemizin değil, tüm uluslararası toplumun beklentisidir. İsrail’in bu yönde atacağı olumlu adımlara aynı şekilde mukabele etmeye hazırız.

Suudi Arabistan’la diyalog kanallarımızı her daim açık tutmaya çalışıyoruz. Ancak kendi topraklarında işlenen bir cinayetin tüm yönleriyle aydınlatılması ve adaletin tecellisi için çaba sarfetmek, bir hukuk devleti olarak Türkiye’nin sorumluluğu. Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’daki Suudi Başkonsolosluğu’nda katledilmesi hadisesini bu anlayışla ele aldık.

Keza ülkemizin Mısır devletiyle ve köklü tarihi bağlarımız bulunan Mısır halkıyla bir meselesi yoktur. Siyasi ilişkilerdeki sorunlardan iki ülke halkları arasındaki ilişkilerin olumsuz etkilenmemesi için özellikle çaba göstermekteyiz. Bu ülkelerden, diğer ülkelerle ilişkilerini sadece dar ikili menfaatler üzerinden değil, bölgesel barış, güvenlik ve istikrarı da gözetecek şekilde belirlemelerini bekliyoruz.

Yazının devamını okumak için tıklayın