Erdoğan: Taliban’ın şu andaki yaklaşım tarzına bakıldığında kucaklayıcı, kuşatıcı bir yönetim maalesef oluşmadı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD ziyareti sonunda New York'taki Türkevi'nde gazetecilerle söyleşi gerçekleştirdi.

Erdoğan: Taliban’ın şu andaki yaklaşım tarzına bakıldığında kucaklayıcı, kuşatıcı bir yönetim maalesef oluşmadı

 Cumhurbaşkanı Erdoğan gündeme ilişkin çok önemli açıklamalarda bulunurken S-400 konusunda "Bize sürekli S-400’ü dayatmalarını bir defa bizim kabul etmemiz mümkün değil. Bizim için S-400 işi bitmiştir" dedi.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “Ben, oğul Bush ile iyi çalıştım, Sayın Obama ile iyi çalıştım, Sayın Trump ile iyi çalıştım ama Sayın Biden ile iyi başladık diyemem” dedi.

Erdoğan’ın açıklamalarından öne çıkan satırbaşları şöyle:

 *(ABD ile) Temennim iki NATO ülkesi olarak birbirimize hasmane değil dostane davranalım. Ama iki NATO ülkesi olarak şu an gidiş pek hayra alamet değil.

*(F-35) Türkiye olarak dürüst davranıyoruz, duruşumuz dürüsttür ama Amerika maalesef dürüst davranmadı, davranmıyor.

*Biden, terör örgütlerine silah, mühimmat, araç gereç taşımaya başladı. Biz bunu elimizi kolumuzu sallaya sallaya seyredecek değiliz.

*Şu anda Taliban’ın elindeki silahlara baktığınız zaman, bu silahlar Amerika’nın silahları. Dolayısıyla bu bedeli de ödemek durumunda kalacaktır.

*Bize S-400 konusunu bahane edip F-35’leri vermemek, devletler arası ilişkilerde ne diplomasi ne münasebetler noktasında kimlik ortaya koymaktır.

*Taliban’ın şu andaki yaklaşım tarzına bakıldığında kucaklayıcı, kuşatıcı bir yönetim maalesef oluşmadı.

*Yok Kürt sorununu çözmektir, yok şudur, yok budur… Türkiye’de böyle bir sorun yok. Biz bu işi çoktan çözdük, aştık, bitirdik.

*Türkiye olarak iklim değişikliği noktasında düşüncemizi Glasgow’da vereceğimiz mesajlarla da ortaya koyacağız.

Erdoğan, yaptığı açıklamaların ardından gazetecilere söz hakkı vererek soru sormalarını istedi. 

İşte Erdoğan'a sorulan sorular ve cevapları:

Orhan Sali: BM Genel Kurul hitabınızda Afganistan vurgunuz önemliydi. Afgan halkının yanında olma noktasında önemli bir mesaj verdiniz. Türkiye'nin bu süreçte Afganistan’daki rolü ve stratejisi ne olacak?

Burada önceki gün Amerika’nın önemli bir yayın organıyla yaptığımız mülakatta da söyledim; 20 yıl önce Amerika Afganistan’a niçin girdi? Afganistan’da ne işi vardı ve şimdi Afganistan’dan niye çıkıyor? Herhalde bunun bir bedelinin olması lazım? Ve bunca mülteci şu anda nereye gidecek? Türkiye’nin kapıları açması ve bunları kabul etmesi düşünülemez. Burası bizim için bir açık hava koridoru değil. Böyle bir şeyi kabullenmek öyle kolay da değil. Bunun bir maliyeti var, bir bedeli var. Amerika burada “kapılar açılsın ve Afgan halkı Türkiye’ye girsin” diyemez. Nitekim böyle bir şeye biz açık da değiliz, müsaade de etmeyiz. Afgan halkı bizim için kardeş halktır. Tarihe dayalı bir geçmişimiz var fakat bu kuru kuruya bir kardeşlik olmuyor. Aynı şeyi biz Suriye’de de yaptık. Aynı durum Irak'ta oldu. Bunları böyle toparladığımız zaman, geçmişten alırsak girip çıkanla neredeyse 10 milyona varan bir sayı söz konusu. Şu anda bunun 5 milyonu Türkiye’de kaldı. Burada bu bedeli ödemesi gereken Amerika’dır. Amerika’nın bununla ilgili adımlar atması lazım. Fakat şu ana kadar böyle bir hava görünmüyor. Amerika’nın bu noktada kapıları açmak gibi bir derdi şu anda yok gibi. Fakat kapsayıcı, kuşatıcı bir yönetim Afganistan’da oluşursa, bu yönetimle bazı görüşmelerimiz olabilirse ve gerçekten sağlıklı bir iletişim kurabilirsek, bundan sonra ne olabileceğinin adımlarını bu görüşmelerden sonra atabiliriz. Afganistan’da şu ana kadar bizim ciddi yatırımlarımız oldu; alt yapı ve üst yapı yatırımlarımız oldu. Bu yatırımlardan da rahatsız değiliz. Bundan sonraki süreçte de bu tür adımları atabiliriz. Ama Taliban’ın şu andaki yaklaşım tarzına bakıldığında kucaklayıcı, kuşatıcı bir yönetim maalesef oluşmadı. Şu anda sadece bazı sinyaller geliyor; bazı değişikliklerin olabileceği, yönetimde bazı kuşatıcı, kapsayıcı bir havanın oluşacağı istikametinde. Bunu tabi daha henüz görmüş değiliz. Eğer böyle bir adım atılabilirse o zaman birlikte neler yapabileceğimizi kendileriyle görüşme, konuşma noktasına gidebiliriz. Kaldı ki kendi içlerinde de şu anda bazı sıkıntılar yaşanıyor. Bu sıkıntıları aşabilirlerse ve ondan sonra Türkiye ile bazı görüşmeler olursa, adımlar atılabilirse bunları nasıl gerçekleştiririz, nasıl bir yol haritası belirleriz, ona bakar ona göre de Afganistan’la böyle bir adımı gerçekleştirmiş oluruz.

Mehmet Acet: “DAHA ADİL BİR DÜNYA MÜMKÜN” isimli kitabınızın başında Birleşmiş Milletler’in, özellikle de Güvenlik Konseyi’nin kapsamlı bir reforma ihtiyacı olduğu yönündeki görüşünüzü dile getiriyorsunuz. Bu konuda umutlu musunuz?

Tabi umutsuz bu işler olmaz. Yola çıkarken bir umutla yola çıkıyorsunuz ve tüm dünyaya, tüm insanlığa bir sinyal veriyorsunuz. Nedir bu sinyal? Türkiye şöyle bakıyor; artık dünya Birinci Dünya Savaşı’nın şartlarında değil, İkinci Dünya Savaşı’nın şartlarında da değil. Öyleyse biz insanlığa bir sinyal verelim. 194 ülke hep birlikte bir dayanışma içerisinde olabilirsek, bu işin şartlarını zorlayabilirsek, tüm medya dünyası, STK’larla hep birlikte bu şartları zorlarsak o zaman yeniden bu daimi üyeler kendilerini kontrol etmek zorundadır. Bu 5 daimi üyenin iki dudağı arasında bir dünya düşünebilir miyiz, böyle bir şey olabilir mi? 10 geçici üye, 5 daimi üye, 15 kişi bir araya gelsinler, dünyayı istedikleri gibi yönlendirsinler; böyle bir şey olmaz! Zaten bundan bu 10 geçici üye de şikayetçi. Çünkü onlara “Kaldır elini, indir elini” diyorlar. Nasıl isterlerse öyle… Böyle bir şey olabilir mi? Zaten oradaki 10 geçici üye de vitrin süsü olduğunu biliyor. Artık onlar da herhalde vitrin süsü olmaktan nedamet getirmektedir. O zaman öyle bir adım atalım ki, bu adımı atmakla bir defa daimi üyeleri zorlamamız lazım. Türkiye olarak biz zorlayacağız ve zorluyoruz. Bütün uluslararası toplantılarda da bunu söylüyoruz, söylemeye de devam edeceğiz. Geçici üyelere de diyoruz ki, siz de zorlayın. Afrika’ya sesleniyoruz; “Afrika sen hep böyle mi gideceksin? Geçici üye olarak Birleşmiş Milletlerde bulunmak suretiyle ne yapıyorsunuz? Yapabildiğiniz bir şey var mı? Herhangi bir şeyi, oyunu değiştirebiliyor musunuz?” Yok. Öyleyse bu oyunu değiştirebilmek için biz diyoruz ki gelin hepinizin daimi üye olma şansınız olsun. Yani bunların hiç umursamadığı herhangi bir Afrika ülkesi bile BM Güvenlik Konseyi’nde daimi üye olma şansına sahip olmalı. Bunu başarabildiğimiz zaman dünyadaki tüm devletlere gerçekten bir hak teslim edilmiş olur. Aksi takdirde, böyle bir dünya yaşanılır bir dünya değildir.

Mustafa Kartoğlu: “DAHA ADİL BİR DÜNYA MÜMKÜN” kitabınızda da, BM Genel Kurulu konuşmanızda da radikal, sizin ifadenizle devrimci bir öneri getirdiniz. Reformunun öncelikli olarak da Güvenlik Konseyi’nin veto yetkisinin kaldırılmasından başlaması gerektiğini öneriyorsunuz. Diğer üyeleri bir araya getirip bu yönde bir uzlaşı sağlamak için siz bir adım atacak mısınız?

O radikal adımı zaten orada söylüyorum. Nedir o radikal adım? Bu konuda, 5 daimi üye dışındaki 189 ülkenin tamamı eğer kararlı adım atacak olursa o zaman biz bu daimi üyeleri köşeye sıkıştıracağız. Bu daimi üyeleri köşeye sıkıştırmak için bunun bir yol haritası var. Bu yol haritası nedir? Bu konuyla ilgili Birleşmiş Milletler Genel Kuruluna yazılı dayatmalarla ve dünyada yoğun bir kovalamacayla, icabında olağanüstü genel kurul toplamak suretiyle bazı adımları atma şansını yakalayabiliriz.

Fatih Çekirge: Başta Suriye ve Afganistan’daki kaosun durdurulması istikrarın sağlanması ve bir insanlık dramı olan düzensiz göçün önlenmesi için BM’de yine çağrıda bulundunuz. Afganistan ve Suriye bizim için hassas. Bu bağlamda Türkiye-ABD ilişkilerinin seyrini önümüzdeki dönemde nasıl görüyorsunuz?

Türk-Amerikan ilişkilerinde sağlıklı bir sürecin işlediğini doğrusu söyleyemem. Niye? Bakın biz F-35’leri aldık, 1 milyar 400 milyon dolar ödeme yaptık ve bu F-35’ler bize teslim edilmedi. Amerika önce bunu bir defa halletmeli. Bize S-400 konusunu bahane edip F-35’leri vermemek, her şeyden önce bir defa devletler arası ilişkilerde ne diplomasi noktasında ne de münasebetler noktasında bir kimlik ortaya koymadır. Amerika’nın önce bunu bir defa düzeltmesi lazım. Tabi biz uluslararası hukuka dayalı olarak ne yapılması gerekiyorsa bunu yapacağız. Bize sürekli S-400’ü dayatmalarını bir defa bizim kabul etmemiz mümkün değil. Bizim için S-400 işi bitmiştir. Buradan geri adım atmamız da mümkün değil. Amerika’nın bunu uluslararası diplomaside, ilişkilerde doğru bir yere oturtması gerekir. Ama şu ana kadar bunu oturtamadılar. Biz Türkiye olarak dürüst davranıyoruz, duruşumuz dürüsttür ama Amerika maalesef dürüst davranmadı, davranmıyor. Bizim şu anda Amerika ile ilişkilerimizde zaten 20 milyar dolar civarında bir ticaret hacmimiz var. Bu ticaret hacmimizin artmasını biz arzu ediyoruz, ederiz de… Savunma sanayiine yönelik de biz adımlarımızı atıyoruz ve atmaya da devam edeceğiz. Şunu da bilmeleri gerekir ki artık eski Türkiye de yok. Bu Türkiye başka bir Türkiye. Savunma sanayiinde de biz her geçen gün daha ileri gidiyoruz, daha ileri gideceğiz. Ama yarın “Niçin F-35’i almıyorsun?” diyemezler. Vermezsen almayız. O zaman biz daha başka kapılara da müracaat ederiz. Burada CBS ile yaptığım röportajda onlara da onu söyledim. “Yani başka yerlerden almayı mı düşünüyorsunuz?” diye sordu. “Gerekirse alırız” dedim. Sen bana şimdi Patriot vermeyeceksin, ondan sonra biz S-400’ü aldığımızda “Niye S-400'ü aldın?” diyeceksin. Türkiye kendini savunmasına yönelik ne gerekiyorsa onu alır. Gerekirse bunları üretmeye de başlar. Zaten şu anda başladık. Bundan sonra bunu daha da ileri safhalara taşıyacağız. İnşallah kendi insansız savaş uçaklarımızı da üreteceğiz. Bunu da görecekler. Bu adımları da inşallah atıyoruz. Temennim odur ki iki NATO ülkesi olarak birbirimizle hasmane değil, dostane davranalım. Ama iki NATO ülkesi olarak şu andaki gidiş pek hayra alamet değil. Benim Başbakan, Cumhurbaşkanı olarak yaklaşık 19 yıllık yöneticilik hayatımda Amerika ile olan münasebetlerimde geldiğimiz nokta maalesef iyi bir nokta değil. Ben oğul Bush ile iyi çalıştım, Sayın Obama ile iyi çalıştım, Sayın Trump ile iyi çalıştım ama Sayın Biden ile iyi başladık diyemem.

Sernur Yassıkaya: Türkiye bu yıl BM Genel Kurulunda ve açılışını yaptığı Türkevi ile uluslararası iş birliğine ve diplomasiye desteğini güçlü şekilde ortaya koydu. Ne yazık ki bazı ülkeler Afganistan, Suriye, düzensiz göç gibi konularda sorumluluktan kaçıyor. Özellikle ABD yönetimi her ne kadar görünürde diplomasi vurgusu yapsa da adeta benden sonrası tufan havasında. Mevcut resmi nasıl yorumluyorsunuz?

Tabi kendisi “benden sonrası tufan” dediyse, aynı şeyi ona da söylerler. Amerika şu anda eğer Afganistan’da bir şekillendirme yapamadıysa burada düşünmek lazım. Şu anda Afganistan’da Amerika’nın bir yönlendirme veya bir şekillendirme durumu olmuştur diyebilir miyiz? Hayır. İşte her şeyi bıraktı, gidiyor. Ama şimdi bir bedel çıkacak ortaya. Bu bedel nedir? Şu anda Taliban’ın elindeki silahlara baktığınız zaman, bu silahlar Amerika’nın silahları. Dolayısıyla bu bedeli de ödemek durumunda kalacaktır. Buradan bir yere daha geliyorum. Sayın Trump döneminde binlerce tır silah, mühimmat terör örgütlerine verildi. Bunları ben Sayın Trump’a defalarca ifade ettim, anlattım. Şimdi aynı durum Biden döneminde de var. Yine Biden terör örgütlerine silah, mühimmat, araç gereç taşımaya başladı. Biz bunu elimizi kolumuzu sallaya sallaya seyredecek değiliz. Dikkatle takip ediyoruz. Vakti saati geldiğinde de söylenmesi gereken neyse onu da kendilerine söyleriz.

Halime Kökçe: Paris İklim Anlaşmasının Meclis onayına sunulacağını ifade ettiniz. Türkiye’nin çekinceleri vardı, çünkü gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler arasında bir yükümlülük farkı var. Bunun adil olmadığına dair bizim yaklaşımımız vardı. Türkiye çekincelerinden vaz mı geçti? Yoksa karşı tarafta bir tutum değişikliği mi oldu? Yoksa bu süreci zorlayacak yeni bir sürecin başlangıcından mı bahsediyoruz?

Biz bu tutumdan vazgeçmiş değiliz. Böyle bir şey yok. Ancak o dönem Hollande dönemiydi. Hollande döneminde de Sayın Şansölye Merkel’le üçlü bir konferansımız olmuştu. Bu üçlü konferansta da biz dedik ki “Türkiye gelişmiş ülkeyse ayrı değerlendirmek lazım. Eğer gelişmekte olan ülkeler kategorisindeyse ayrı değerlendirmemiz lazım. Her şeyden önce bunun kararını vermeniz lazım. Bu karara göre de bize yapmanız gereken ödemeyi de yapmanız lazım.” Tabi o zaman bunlar bu ödemeyi yapacaklarını söylüyorlardı ama bu olmadı. Şu anda geldiğimiz noktada ise tabi bütün incelemeleri ilgili arkadaşlar yapacaklar ve Meclis’in açılmasıyla birlikte de biz bunu Meclis’e taşıyacağız. Meclis’e taşıyarak, bu süreci özellikle Glasgow'da gündeme getireceğiz ve Türkiye olarak iklim değişikliği noktasında düşüncemizi Glasgow’da vereceğimiz mesajlarla da ortaya koyacağız.

Şebnem Bursalı: İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi’nde son dönemde sivillere ve bölgede görev yapan Türk askerine karşı saldırılar oldu. 29 Eylül’de Soçi’de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile bir araya geleceksiniz. Bu konuda nasıl mesajlar vermeyi düşünüyorsunuz? Bu zirveden herhangi bir sonuç bekliyor muyuz?

29 Eylül’de nasip olursa Sayın Putin’le Soçi’de yapacağımız ikili görüşme gerçekten önem arz ediyor. Heyetler arası görüşme yok, Sayın Putin’le sadece ikili görüşme yapacağız. Bu tabi sadece İdlib’i içeren bir görüşme olmayacak. Aynı zamanda Türkiye-Rusya ikili ilişkilerini ve Suriye’deki durumu masaya yatıracağız. Suriye’de nereye geldiğimizi, bundan sonraki süreçte de nereye geleceğimizi kendileriyle konuşacağız. Kimseyi üçüncü bir şahıs olarak yanımıza almadan bu görüşmeyi yaparken orada tabi Türkiye-Rusya ilişkilerinde önemli bir karara da varacağız. Çünkü bölgede Türkiye ve Rusya önemli iki ülke. Önemli iki ülke derken bir şeyi daha ifade etmem lazım; biz Rusya ile ilişkilerde şu ana kadar herhangi bir yanlış görmedik. Ticaret hacmine baktığımız zaman iyi bir konumdayız ve sürekli ilerleyen bir ticaret hacmi var. Suriye’deki gelişmeleri daha iyi bir konuma taşıma noktasında zaman zaman bazı sıkıntılar yaşamıyor değiliz. Ama bunu da gerek şahsım, gerek Savunma Bakanım, gerek Dışişleri Bakanım attığımız adımlarla hemen telafi edebiliyoruz. Örneğin Sayın Putin Azerbaycan’da eğer devlet adamlığını tam manasıyla ortaya koymamış olsaydı, Azerbaycan’dan bu şekilde çıkılmazdı. Ama bunu ortaya isabetli kararlarla koyduğu için Azerbaycan’dan çok çok olumlu bir şekilde çıkma şansını yakaladık. Şu an itibarıyla da Azerbaycan’da yoğun bir çalışma devam ediyor. Örneğin Sayın İlham Aliyev istediği anda istediği gibi rahatlıkla Sayın Putin’le görüşüyor, konuşuyor. Ben hakeza öyle… Çok kısa sürelerde irtibatlarımızı kurup görüşmelerimizi yapabiliyoruz. Tabi, çok daha önemlisi, şu anda attığımız adımlarla biz Iğdır’dan Azerbaycan’a yolu inşallah yapacağız. Buna demiryolu da dahil. Bu yolun yapımı çok çok önemli bir adım olacak. Bizim 5’li veya 6’lı platform dediğimiz olay vardı. Şu anda bu konuyla ilgili de Paşinyan’dan olumlu sinyaller geliyor. Şimdi bu olumlu sinyallerle beraber bu konuda da bazı adımları atacağız. Yani bölgeyi barış noktasında da iyi bir konuma taşıma fırsatını inşallah yakalamış olacağız. Ay sonunda Sayın Putin’le yapacağımız görüşmede bunlar da tabi konunun içinde yer alacak. Böylece Türkiye-Rusya ilişkilerinde inşallah çok daha güçlü, çok daha farklı bir döneme girmiş olacağız.

Hakan Çelik: Almanya’da bu pazar günü seçimler yapılacak. Anketlerde başa baş giden bir rekabet olduğu anlaşılıyor. Almanya’nın yeni bir başlangıç döneminde Türkiye olarak bizim hangi beklentilerimiz olur seçilecek olan yeni Şansölye’den? Çünkü Almanya Türkiye’nin çok önemli bir ortağı ve Avrupa’nın en önemli ekonomisi. Diğer taraftan sizin Şansölye Merkel’le çok uzun bir diyaloğunuz oldu. Avrupa’da en uzun görev yapan liderlerden biri oldu kendisi…

Benim kadar olmadı…

Hakan Çelik: Sizin kadar değil ama sizden sonra muhtemelen en uzun görev yapanlardan biri. Merkel’in Türkiye ve Avrupa üzerindeki ilişkilerdeki etkisini nasıl değerlendirirsiniz geride bıraktığımız dönemde?

Şunu açık ve net söylemem lazım; bizim Merkel’le, Schröder’den sonra olumlu bir sürecimiz oldu ama Alman Şansölyeleri içerisinde bizim en başarılı bir yönetim tarzı Schröder’le oldu. Schröder’le bizim münasebetlerimiz gerçekten çok çok farklıydı. Tabi Schröder’den sonra Şansölye Merkel ile münasebetlerimizde de ilişkilerimiz fena değildi. Sık sık arar, sık sık ararım. O şekilde bu süreci işlettik, çalıştırdık. Tabi şu anda yani Armin Laschet alır almaz bilemiyorum ama Armin Laschet ile de ikili münasebetlerimiz iyiydi. Temennim odur ki gerçekten gerek Almanya'da yaşayan Türk vatandaşları ile alakalı gerekse Türkiye-Almanya ilişkilerindeki bundan sonraki süreci zengin kılacak bir iktidar iş başına gelsin. Çünkü bizim orada çok ciddi sayıda bir insan potansiyelimiz var ve bu insanlar orada çile çekmesinler. Böylece yeni bir süreci Türkiye-Almanya ilişkilerinde inşallah güçlü kılacak bir iktidarla devam ettirelim. Bu konuda da kim olursa biz onunla her zaman ilişkilerimizi, geleceğe çok çok güçlü bir şekilde sürdürmüş oluruz. Mesela attığımız bazı adımlar vardı. Savunma sanayiine yönelik Almanya'yla ilişkilerimiz vardı. Daha da önemlisi şu anda denizaltı gemilerinin makinelerinin aksamıyla alakalı attığımız alımlar vardı. Şimdi bu adımların başarılı bir şekilde sürmesi ve savunma sanayiinde de bunlarla beraber bizim güçlü yürümemiz, Türkiye-Almanya ilişkilerinde çok farklı bir yere isabet edecektir diye düşünüyorum. Her iki ülke için hayırlı olan iktidar hangisi ise o iş başına gelsin diyorum.

Nermin Yurteri: Sosyal medya düzenlemesi merakla bekleniyor. Çalışma hangi aşamada. Hangi adımların atılması planlanıyor?

Şu anda bununla ilgili arkadaşlarımız gerek İletişim Başkanım gerek Medya Tanıtım Başkanım birlikte çalışmalarını sürdürüyorlar ve Meclis’in açılmasıyla birlikte de biz hazırlıklarımızı Meclis’e sunacağız. Böylece sosyal medya konusundaki atacağımız adımların ülkemiz için, milletimiz için hayırlı olmasını temenni ediyorum. Çünkü sosyal medyanın maalesef tahribatı çok açık ve net ortada. Bu tahribatın artık bitmesinden yanayım. Artık bu tahribatı bitirmenin vaktinin geldiğine inanıyorum. Arkadaşlarımız da hazırlıklarını yaptılar ve Meclis’e bunu sunacaklar.

Sinan Burhan: Geçtiğimiz günlerde HDP Eski Eş Genel Başkanı Sezai Temelli “Kürt sorununda çözümün adresi İmralı’dır” açıklaması yaptı. Selahattin Demirtaş’ın da bir açıklaması oldu, o da HDP’yi işaret etti. Sayın Kılıçdaroğlu da bu yönde bir açıklama yaptı; “Kürt sorununu HDP çözer” dedi. Seçimlerin yaklaşmasına yakın bir dönemde bu tür ittifaklar, bu tür açıklamalar nasıl değerlendirilir? Bir de HDP kendi arasında ikiye mi bölünüyor?

Hayırlı olsun. Bu konuyla eğer biz meşgul olursak yazık olur. Yani İmralı mıdır, değil midir, onların sorunu. Varsın onlar bu şekilde yola devam etsinler; yani HDP midir, şu mudur, bu mudur… Biz diyoruz ki bu ülkede şu anda Cumhur İttifakı bu işin tek çözüm noktasıdır ve Cumhur İttifakı olarak da biz bu çözümün mücadelesini sürdürüyoruz. Çünkü bizim şu anda kitabımızda birlik var, beraberlik var, kardeşlik var ve bununla da bu yolda devam ediyoruz. “Yok Kürt sorununu çözmektir, yok şudur, yok budur…” Türkiye’de böyle bir sorun yok. Biz bu işi çoktan çözdük, aştık, bitirdik. Eğer birliğe, beraberliğe, kardeşliğe inananlar varsa buyursunlar hep beraber yola devam edelim.

Hacı Yakışıklı: Muhalefetin son zamanlarda odaklandığı iki konu var. Birincisi, KHK’lılarla ilgili, hepsini aynı torbaya koyarak ortak şekilde “KHK’lı garibanları kurtaracağız” diyorlar. İkincisi de Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’a eleştiri sınırlarını aşarak saldıranlar var. Muhalefetin bu tutumu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bir defa KHK ile ilgili “Ben bu işi çözeceğim” diyen kim? Ana muhalefetin başındaki zat. Sen ne zamandan beri yargı oldun? Bu yargının konusu. Bununla ilgili adımı yargı atar. Sana ne oluyor? Kim sana bu yetkiyi verdi? Velev ki iktidar olsan -böyle bir şansın var mı, yok mu o da ayrı- yargının yetkilerini elinden sen nasıl alıyorsun? Öyle bir şey var mı? Şu anda bunlar tamamen yargının kontrolü altında olan, yargının iradesinde olan bir konu. Adam öyle atıyor ki bazıları da buna inanıyor. Bunu kabullenmek asla mümkün değil. KHK ile ilgili konularda zaten zaman zaman yargıda bu gelişmeleri takip eden, kontrol eden bazı kararları da kesinlikle görüyoruz.

Ali Erbaş hocamızla ilgili konuya gelince, bir defa ana muhalefetin Ali Erbaş hocamıza, Diyanet İşleri Başkanımıza bu denli hakaret etme ne hakkı ne yetkisi vardır. Bu densizliktir, terbiyesizliktir. Zaten CHP’nin cemaziyelevveli de hep bizim din adamlarımıza hakaretle geçmiştir. Şimdi de aynısını Diyanet İşleri Başkanımıza hakaretle yürütüyorlar. Ama şunu bilsinler ki Diyanet İşleri Başkanımız yalnız değildir. Diyanet İşleri Başkanımız CHP’nin bu kendini bilmez tiplerinin hiçbir zaman muhatabı da olmamıştır, olmayacaktır. Diyanet İşleri Başkanımızı bu noktada biz asla yalnız bırakmayız. O makam önemli bir makamdır. Dolayısıyla bu makama hakaret edenler, bu ülkede dinini, diyanetini bilenlere hakaret etmiş olurlar. Yeni ortaya çıkmış olan birisi daha var; o da böyle sallayıp sallayıp duruyor. Dur bakalım; daha parti olduğun bile değil. Ana muhalefet, beraber bir şeyler yapıyorlar.

Yücel Koç: Fahiş fiyat konusuyla ilgili bizzat ilgileneceğinizi söylemiştiniz. Bu konuyla ilgili tespit ettiğiniz problem başlıkları neler? Nasıl bir yol haritası izlenecek?

Bu konuda kısmen özellikle bu zincir marketlerin sınırsız uygulamaları var. Bu sınırsız uygulamalar karşısında biz de Ticaret Bakanlığı olarak bunların üzerine üzerine gideceğiz. Zincir marketlerin bu uygulamalarıyla mücadelede Ticaret Bakanlığımız gerekli olan her türlü tedbiri alıyor, alacak ve bunlara da gerekli operasyonları yapacaktır.

Yücel Koç: Tek problem zincir marketler mi?

Ağırlıklı olarak iş orada toplanıyor. Bütün üreticiden tüketiciye olan yerde zincir marketlerin buradaki yoğun ürünleri toparlaması… Bu da 5 tane zincir market. Bunlar bütün o ürünü toparlıyor. Bu 5 tane zincir marketin topladığı ürünle Piyasalar alt üst oluyor. Bunlar eğer bu noktada daha adil davranırlarsa hem vatandaş uygun fiyatla ürün alabilecektir hem de üretici şu an itibarıyla kazanımını, parasını zamanında alma şansına ulaşacaktır.