Filistin için sessiz kalma
Türkiye Basın Federasyonu (TÜBAF) öncülüğünde, İsrail’in Filistin’de sürdürdüğü insanlık ve hukuk dışı uygulamalara dikkat çekmek ve bu zulme karşı durmak amacıyla Sultanahmet Meydanı’nda “Filistin İçin Sessiz Kalma” başlıklı 24 saat aralıksız devam eden bir ortak canlı yayın programı düzenlendi. Türkiye’nin yanı sıra farklı ülkelerden de gazetecilerin katılım sağladığı etkinlikte, yaklaşık 100 gazeteci bir araya gelerek Filistin’deki mazlumların sesi olmaya çalıştık.
Gösterdikleri duyarlılık, insanlık onuruna verdikleri değer ve ortaya koydukları kararlı duruş için Türkiye Basın Federasyonu’na gönülden teşekkür ediyorum. Gerçekten de çok anlamlı bir organizasyona imza attılar.
Temennim odur ki; bu emek ve çaba bir çalıştaya, bir düşünce platformuna dönüşerek Filistin meselesine dair çözüm odaklı fikirlerin üretildiği, kalıcı katkıların sunulduğu bir sürecin kapısını aralar.
İsrail, hiçbir uluslararası hukuku ve anlaşmayı tanımaksızın vahşetini sürdürmeye devam ediyor. Sivil yerleşim alanlarının hedef alındığı, çocukların ve kadınların katledildiği bu tabloda artık diplomatik açıklamalarla geçiştirilecek bir durum kalmamıştır.
Bu bağlamda gazetecilere ve medyaya büyük sorumluluklar düşmektedir. Siyonizm’in ideolojik temelleri, Viyanalı bir gazeteci Theodor Herzl kaleminden doğmuştur. Herzl, dönemin şartlarını, Yahudi karşıtlığını ve Avrupa’daki toplumsal gerilimleri analiz ederek 1896 yılında Der Judenstaat (Yahudi Devleti) adlı bir kitap yazar.
Bu kitap, Siyonizm’in ideolojik temelini oluşturur; böylece Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması fikrinin siyasi ve uluslararası düzlemde zemini hazırlanır. Bu düşünce sadece kâğıt üstünde kalmaz, örgütlenir ve kongrelerle desteklenerek pratiğe dökülür.
Yahudilerin “kurtuluş projesi” olarak görülen bu hareket, Filistin topraklarında yaşayan halk için bir felaketin başlangıcı olur. 1897’deki İlk Siyonist Kongre’den itibaren başlayan göç dalgaları, Arap-Yahudi gerilimini tırmandırır. Ardından İngiltere’nin manda yönetiminde izlediği “böl-yönet” politikası, toplumsal ayrışmayı derinleştirir. 1948’de İsrail’in kuruluşuyla birlikte Filistinliler için Nakba (Büyük Felaket) başlar ve o tarihten bu yana süregelen sistematik zulüm, işgal ve hak ihlalleri hızını artırarak devam etmektedir.
Siyonizm bir fikirle başlamış ve yine bir fikirle büyümüşse, onun karşısına konacak şey de bir fikir ve bir duruş olmalıdır. Bu duruşu ete kemiğe büründürüp eyleme dönüştürecek en önemli toplumsal güçlerden biri ise, analiz yeteneği ve vicdani altyapısı sağlam, hakikatin peşini bırakmayan ve susmayan gazetecilerdir. Yani geçmişte bir gazetecinin başlattığı bir ideolojik hareketin eyleme geçip yol açtığı felaketler yine bir gazetecinin eliyle son bulabilir…
Ortada büyük bir trajedi ve insanlık suçu vardır. Hastanelerin bombalandığı, çocukların öldüğü, okulların yerle bir edildiği bir savaş, ne ulusal güvenlikle ne de dini gerekçelerle açıklanabilir. Bu yüzden Filistin meselesi artık sadece Filistinlilerin değil, tüm insanlığın sorunudur. Vicdanlı kalmakla taraf olmak arasında bir tercih yapmaya gerek yok. Vicdan zaten bizi taraf yapar.
Bugün Gazze’de ölen her çocuk, suskun dünyanın ahlaki iflasını belgelemektedir. Bu krizi çözmek, bir toprak meselesinden ziyade insanlığın gelecekte nasıl bir yaşam kuracağını da belirleyecektir. Ve belki de en çok bu yüzden, Filistin meselesi bir sınavdır… Adaletin, ahlakın ve insanlığın sınavı…
Uluslararası kamuoyunda uyanış başladı. Dünyanın dört bir yanından gelen görüntüler hakikati haykırıyor, meydanlarda yüz binlerce insan Filistin halkının özgürlüğü için yürüyüşler düzenliyor. Parlamentolarda farklı dillerde ama ortak bir vicdanla Filistin’e destek, İsrail’e tepki sesleri yükseliyor. Harvard’dan Oxford’a, Columbia’dan Melbourne kadar üniversitelerde öğrenciler “Filistin özgür olmadıkça hiçbirimiz özgür değiliz” sözleriyle protesto hakkını kullanıyor. Sessizliğe karşı güçlü bir direniş inşa ediliyor. Toplumsal baskı dalga dalga büyüyor ve İsrail, her geçen gün daha fazla yalnızlaşıyor.
Devletlerin Filistin meselesinde ortaya koydukları çelişkili durum ve ikiyüzlü tavır artık sorgulanır hale geldi. Filistinliler, yıllardır işgal, kuşatma altında, açlık, sefalet içinde katliamlara maruz kalarak yaşamak zorundaysa; hiçbir uluslararası değer sistemi, hiçbir özgürlük vaadi sahici değildir. Yaşam ve özgürlük hakkı Filistinliler için geçerli değilse, hiçbirimiz güvence altında değildir…
Filistin için gösterilen bu dayanışma, aslında tarihi bir rol üstleniyor. Sivil medya, sivil direniş, dijital kampanyalar ve sokak protestoları insanlık değerini savunuyor. “Filistin özgür olmadıkça hiçbirimiz özgür değiliz” cümlesi işte tam da bu yüzden kıymetlidir. Bu söz, Filistin’in kurtuluşunu ve insanlığın kendi değerlerine sadakatini temsil eden nitelik taşıyor.
Bugün İsrail’in elindeki teknolojik gelişmiş silahlar, ekonomik kaynaklar, medya hâkimiyeti, uluslararası lobicilik ve istihbarat, casusluk ağları; gerçeklikten kopuk tehdit senaryolarıyla inşa edilen korku siyaseti toplumsal vicdanın oluşturduğu kamuoyu gücü karşısında etkisini kaybetmeye doğru gidiyor. İsrail’in sahadaki yıkıcı üstünlüğünün ahlaki meşruiyetle çarpıştığında tuzla buz olacağı günler çok uzak görünmüyor…
İlmi ve imanı sahada, Filistin için atılan her samimi adım aynı zamanda insanlığın kendi onurunu koruma çabasıdır. İsrail’il saçtığı vahşet bu insanlık onuru mücadelesine yenik düşecektir…