"Muhalif gazeteci" yoktur, gazeteci vardır!

AK Parti’nin tanıtım toplantısına gazetecilere yapılan davetin tartışması sürüyor.

Bugüne kadar iktidarın hiçbir toplantısına davet edilmeyen bazı gazeteciler Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, parti lideri olarak konuşma yapacağı "Türkiye Yüzyılı" başlıklı vizyon toplantısına davet edilmişti.

Bu davetin ardından, “AK Parti, medya ile ilişkilerini değiştiriyor, artık muhalif gazetecileri de davet ediyor” diyenler oldu.

Öncelikle şunu netleştirelim; muhalif gazeteci yoktur, gazeteci vardır.

Muhalif gazeteci kavramı, bu dönemin muktedirleri tarafından üretilmiş bir "ötekileştirme" söylemidir.

Muhalif gazeteci yoktur, çünkü gazeteci gazetecidir. Bu kavramın dışına taşanların tamamı "yandaş" olarak nitelendirilir. Kimi, neyi, nasıl savunursa savunsun. Gazeteci haber yapar ve bu haberin iktidar ya da başka bir siyasi odak tarafından beğenilip beğenilmeyeceğini zerre kadar umursamaz. Çünkü gazetecilik, yapısı gereği zaten muhaliftir. Yanlış olanın, aksayanın peşine düşer ve haber yapar. İktidarda ya da muhalefette hangi partinin, hangi anlayışın olduğunun hiçbir önemi yoktur.

Gazeteci haber yapar. İktidarın, muhalefetin ya da başka güç odaklarının o haberden hoşlanıp hoşlanmayacağını, sevip sevmeyeceğini düşünmez.

Yani normali budur.

Türkiye’nin son 20 yılındaki savrulma gazetecileri de kutuplaştırıp ayrıştırdı.

İktidar, bu süreçte kendisini eleştiren gazetecileri hiçbir toplantısına çağırmadı, hiçbir etkinliği takip etmesine izin vermedi.

"Türkiye Yüzyılı" başlıklı toplantıya, yanına bile yanaştırmadığı bazı gazetecileri çağırması tam da bu nedenle tartışma yarattı.

"Muhalif gazeteci" diye yaftaladıkları insanların, iktidar değiştiğinde "yandaş" olacağını mı düşünüyorlar?

Ya da şimdilerde "yandaş" olarak nitelendirilen gazetecilerin, iktidar değişirse "muhalif gazeteci" kategorisine mi geçeceği mi varsayılıyor?

Bu değişkenliği gösterebilecek kıvraklıkta olanlar için kullanılacak çok sıfat var. Fakat "gazetecilik" asla bu sıfatlar arasında değil.

DAVETE KİM GİDECEK?

AK Parti’nin bu toplantısına "muhalif" sıfatıyla davet edilen gazetecilerin önemli bir kısmı katılmayacağını açıkladı.

Buna neden olarak da soru sorulmasına izin verilmeyeceği, sadece görüntü için orada bulunacak olmalarını gösterdiler.

Aralarından konuştuğum bir isim, “Bizi kendi tanıtımlarının bir parçası haline getirdiklerini düşünüyorum ki; bu kabul edilemez” dedi.

"AKREDİTASYON" GARABETİ

Ancak başka gariplikler de var. FOX Haber Genel Yayın Yönetmeni Doğan Şentürk, toplantıya davet edilmesine rağmen, muhabir ve kameramanına akreditasyon engeli var. Sözcü yazarları davet edilmesine rağmen, Sözcü’nün haber ekiplerinin AK Parti toplantılarına katılması yasak. Aynı durum Halk TV için de geçerli.

Bu durum AK Parti yetkililerine iletilince, “Bu bizi aşar, Sayın Cumhurbaşkanı’na sormamız gerekir” yanıtı verildi. Sonra geri dönüş yapıp, “Tamam bu seferlik akreditasyon uygulamıyoruz, haber ekibiniz gelebilir” dendi.

"Muhalif" sıfatıyla çağrılan bu gazeteciler de “Sadece bir kerelik akreditasyonun kaldırılmasını kabul edemeyiz. Demek ki bundan sonra da bizim ekiplerimize yasak koyacaksınız” diyerek davete gitmeyeceklerini açıkladılar.

Yani ortada "28 Şubat" anlayışının bile çok ötesinde bir akreditasyon garabeti var.

GAZETECİ NE YAPMALI?

Ben bu toplantıya davet edilmeyen gazeteciler arasındayım. Neden davet edilmediğimi bilmiyorum. Çok da merak etmiyorum. Çünkü ben gazeteciyim.

Davet edilsem katılır mıydım? Yanıtım da kısa ve net. Tabii ki katılırdım. Çünkü ben gazeteciyim ve haberimi yapar, izlenimlerimi aktarır, eleştirilerimi de ifade ederim.

Fakat şunu belirtmek gerekir ki, bu akreditasyon uygulaması kabul edilemez. Eskiden de böyle düşünüyordum, hâlâ böyle düşünüyorum.

Yani ben, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" demiyorum.

Sözüm ona "eski Türkiye"nin yanlışlarını nasıl eleştirdiysem, "yeni" olduğu iddia edilen Türkiye’nin yanlışlarını da öyle eleştiriyorum.

Ayrıca…

Bazı gazetecilerin davet edilmesinin, toplantının bile önüne geçecek kadar haber ve tartışma konusu haline gelmesi çok garip değil mi?

Esas bu sorunun yanıtını aramamız gerekmez mi?