Mütekabiliyet…

İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya alınma işini neden sadece İsveç ve Finlandiya ile görüşüyoruz?

Neden içinde büyük bir jeopolitik kazanım barındıran bu konuyu sadece ‘kazananların’ küçük tarafıyla görüşüyoruz?

İsveç ve Finlandiya bize ülkelerinde bazı YPG/PKK’ları teslim edecek, bazı uluslararası metinlerde YPG/PKK’nın terör örgütü olduğunu vurgulayacaklarmış!

Onların olabilir.

İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya alınmasıyla:

- ABD ve Kıta Avrupası, Rusya başta olmak üzere Avrasya’ya karşı kullanabilecekleri 1.340 km’lik devasa bir sınıra sahip oluyorlar.

- İsveç ve Finlandiya’nın egemenlik ve etki alanları ve milli güç unsurlarını NATO üzerinden kendi menfaatleri doğrultusunda kullanabilecekler.

-  Buzulların erimesi, açtığı geçitler, enerji, üretim, yaşam ve gıda alanlarıyla dünyanın jeopolitik haritasını ve eksenlerini kökünden değiştiren Kuzey Buz (Arktik) okyanusunda Rusya ve Çin’e karşı pozisyon alabilecekler.

Bu Atlantik için jeopolitik ve stratejik bir zafer.

İsveç ve Finlandiya’nın ki de "başta Rusya kaynaklı nükleer retorik" karşı karşıya kaldıklarını düşündükleri varoluşsal tehditler göz önünde bulundurulduğunda, onlar açısından en az bu seviyede.

Ya bizim ki?

Taktiksel, minicik.

Öte yandan, İsveç ve Finlandiya’nın yarın NATO’ya girdikten sonra, bugün benimsedikleri göstermelik pozisyonlarını değiştirmeyeceklerini kim garanti edebilir?

Yunanistan örneği ortadadır.

Bu bakış açısıyla; o zaman bizim de kazanımlarımızın ABD, Kıta Avrupası, İsveç ve Finlandiya seviyesinde olması gerekmez mi?

Örneğin; bu "kalıcı" kazanımlarla ilgili müzakerelere YPG/PKK terör örgütü üzerinden başlayabilir miyiz?  

Öte yandan, dün vurgulamıştım; YPG/PKK terör örgütüyle ilgili verilen sözler, yapılan mutabakatlar ortadadır. 2019 yılında bizzat dönemin ABD Başkanı Trump tarafından Türkiye’ye gönderilen Başkan Yardımcısı Mike Pence ile imzalanan mutabakatlar, verilen sözler var. Mutabakata göre; terör örgütü ağır silahlarını da alıp (Deash’la mücadele maske mazeretine uygun bir şekilde) Türkiye sınırlarından 30 km aşağıya defolup gidecekti.

Uyuldu mu?

Uyulmadığını bizzat sahada görev yapan ABD, Fransız, İngiliz özel kuvvetleri, Centcom, Pentagon, sağır sultanlar ve Ruslar biliyor.

Hemen her gün TSK ile temas noktalarında YPG/PKK terör örgütünün sızma ve saldırı girişimleri, güdümlü tanksavar ve uçaksavar, grad, katyuşa, top, havan ve obüs gibi konvansiyonel silahlarla yaptığı saldırılar yaşanıyor, bizim için Mehmetçik, ABD için ise NATO askeri şehit düşüyor, yaralanıyor.

Bu coğrafyada bir ABD askeri hayatını kaybetse, ABD’nin ve NATO’nun nasıl ayağa kalktığını biliyoruz. Sanırım Türk askerinin onlar için bir anlamı ya da değeri yok. Ama olmalı. Çünkü orada sadece Türk askeri ölmüyor. NATO’nun savunduğu değerler, jeopolitik çıkarları, güven ve vazgeçilmez bir müttefiklik ölüyor.

Hani bir de masumiyet karinesi vardı?

İnsanlık ve güven vardı?

Onlar da ölüyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan açıkladı: YPG/PKK terör örgütü 2017’den itibaren ABD’nin kontrolüne verdiği alanlardan NATO ve ABD müttefiki Türkiye içine tam 764 kez havan, roket, obüs ve top mermisi atmış. Bu saldırılarda 32 masum hayatını kaybetmiş, 261’i yaralanmış. İçlerinde kadın, çocuk ve bebek çok.

Sormak isterim; ABD ya da Avrupa’nın kadınlarını, çocuklarını ve bebeklerini sistematik bir şekilde bir terör örgütü böylesine öldürdü mü?

Öldürseydi, acaba ne yaparlardı?

Sadece bunlar mı?

Suriye’de terör örgütünün istismar ettiği bu alanlardan Türkiye’nin derinliklerine yüzlerce sızma olmuş, bunlardan 87’si sızmayı ve eylemi gerçekleştirmeyi başarmış. Bu kanlı eylemlerde de 153 Türk asker ve polisi şehit düşmüş, 173’ü yaralanmış.

Peki soru; ABD ve bazı başat NATO ülkelerinin beslemesi bu örgüt, bırakın 153’ü bir tek ABD, İngiliz, Fransız ya da Alman askerini öldürseydi acaba ne yaparlardı?

Yukarıda verdiğim rakamlara, terör örgütü YPG/PKK’nın Suriye ya da sınır hattındaki temas noktalarında yaptıkları kanlı saldırılar dahil değil.

Hele hele Suriye içinde, Türkiye’nin kontrol ettiği alanlarda katlettiği yüzlerce sivil hiç değil.

Türkiye’nin hakimiyet ürettiği Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı Harekât alanlarında sırf Türkiye’nin ürettiği iradeyi, düzeni, güveni, prestiji, özgürlüğü, ümidi ve insanlığı öldürmek için yüzlerce Suriyeli insanı katletti YPG/PKK Ya kendi sızdırdığı teröristleri ya da satın aldığı/iş birliği yaptığı katiller ve radikallerle birlikte. Masum sivillerin içinde onlarca intihar bombacıları, bombalı paketler, yapışkan bombalar, bombalı araçlar, hatta kamyonlar patladı.

***

Sanırım ABD ve bazı NATO ülkeleri, Rusya ile beraber, eli kanlı terör örgütünü kullandıklarını, bazı meşum ve asimetrik hedeflerine bu yolla ulaşabileceklerini sanıyorlar.

Sanırım bilmeleri, görmeleri gereken bir şey var.

Anlaşılan o ki terör örgütü YPG/PKK; ABD, Rusya, bazı NATO ve bölge ülkelerinin kendisini kullanmasını son derece iyi ve sinsice kullanıyor. Onlar üzerinden uğursuz hedeflerine ve menfaatlerine ulaşmaya çalışıyor.

Bunun en güzel örnekleri:

- Gücünü, etki ve nüfuz alanlarını iş birliği yaptığına sunma kozu,

- Elinde tuttuğu ‘Deashları salıveririm’ tehdidi,

- Ve ‘Deash'la mücadele etmeyi bırakırım’ şeklinde.

Bu kayıkçı kavgasının, karşılıklı faydaya dayalı simbiyotik bir ilişki olduğunu da görmüyor değilim.

Sonuçta Deash angaryası devam etmeli ki yürüyüşleri devam edebilsin.

Ama unuttukları bir şey var:

Eli kanlı bir radikal örgütün/radikalizmin ve Batı’nın sessiz ve sinsi bozgunu anti-radikalizmin çaresini, laik-seküler kisveye bürünmüş Marksist-Leninist-Enternasyonalist, Kürt kimliğini istismar eden eli kanlı ırkçı bir terör örgütünün temizleyemeyeceğini, bir gün görmek zorunda kalacaklar.

Bizim ise artık şunu görmemiz gerek:

Muhataplarımız ihtirasları, kibirleri, bencilliği, teolojik dogmaları, jeopolitik körlüğü ve asimetrik hedefleri; akıllarının, sağduyularının, insanlıklarının, değer verdiklerini söyledikleri kavramların önüne geçmiş durumda.

Her şey bizim yapabileceklerimize bağlı.