Restorasyon mu, tahrifat mı?
Edirne'nin siluetini süsleyen, Mimar Sinan'ın "ustalık eserim" dediği Selimiye Camii'nin restorasyon çalışmaları, restorasyon mu tahrifat mı konusunu yeniden gündeme taşıdı.
2021 yılında başlatılan restorasyon süreci, mevcut kalem işlerinin ve hat süslemelerinin kazınıp "16. yüzyıl özgünlüğüne" dönülmesi yönündeki öneriler; koruma ilkeleri, tarihsel katmanların değeri ve UNESCO miras kimliği açısından ciddi endişeler doğurdu. Özellikle caminin ana kubbesindeki süslemelerin değiştirilmesi planı, özgünlüğün korunması ve tarihsel katmanların bütünlüğü açısından sanat ve akademik camia başta olmak üzere kamuoyunda büyük yankı uyandırdı.
Bu gelişmenin umut verici tarafı ise dijital mecralarda ilk defa kültürel miras ve hafıza adına böylesine güçlü bir toplumsal kenetlenmeye tanık olmamızdır. Bu her şeyden önce bir farkındalıktır, toplumun kendi tarihi eserlerine ve kimliğine sahip çıktığının bir göstergesidir.
Selimiye Camii, 16. yüzyılda Mimar Sinan tarafından inşa edilmiş ve Osmanlı mimarisinin zirve noktalarından biri olarak kabul edilmiştir. Hem Mimar Sinan'ın ustalık dönemi eserlerinden biri olarak tarihî değer taşır, hem de içindeki kalem işi yazılar ve süslemeler aracılığıyla Osmanlı sanat geleneğinin ve Türk-İslam medeniyetinin canlı bir tanığıdır...
Uzmanlar, Selimiye Camii'nin kubbesindeki mevcut süslemelerin, 16. yüzyılın ünlü hattatı Ahmed Şemseddin Karahisari'nin talebesi Hattat Hasan Çelebi'ye ait olduğunu ve bu süslemelerin korunması gerektiğini vurguluyor. UNESCO, dünya miras listesinde yer alan Selimiye Camii'nin bu tür müdahalelerle değer kaybedebileceğinin altını çiziyor.
Evet, mevcut Selimiye Camii kubbe yazılarının Hattat Hasan Çelebi'ye ait olduğu konusunda çeşitli kaynaklar bulunmaktadır. Hasan Çelebi'nin, 16. yüzyılda Ahmed Şemseddin Karahisari'nin talebesi olarak yetiştiği ve Selimiye Camii'nin inşasında önemli bir rol üstlendiği bilinmektedir. Camideki yazıların büyük bir kısmı, onun elinden çıkmıştır ve bu yazılar, Osmanlı hattatlık geleneğinin önemli örnekleri arasında yer almaktadır.
Bilim insanlarının, sanat tarihçilerinin ve uluslararası uzman kuruluşların mevcut süslemeleri "silmek imha olur" uyarılarına karşın, karar süreçlerinde yeni kurulların ve alternatif projelerin öne çıkması, meseleye ayrıca bir kültürel miras yönetimi krizi boyutu da kazandırıyor.
Ne yazık ki günümüzde restorasyonla dekoratif yenileme işleri sıklıkla karıştırılıyor ve sonuçta ortaya, tarihi ve estetik bütünlüğü bozacak karmakarışık uygulamalar çıkabiliyor. Restorasyon, bir yapının veya sanat eserinin özgün malzeme ve yapım tekniklerine sadık kalarak, zamanla oluşan yıpranma ve hasarları onarma aşamasıdır. Amaç, süslemeleri veya tarihi öğeleri yeniden tasarlamak değildir; eserin malzemesini, kalem işlerini ve hat yazılarını bozmadan, tarihî katmanlarını ve kimliğini koruyarak nesilden nesile aktarmaktır.
Dekorasyon ise estetik amaçlarla yapılan, genellikle yüzeysel değişiklikleri ve yenilemeleri kapsar. Renklerin değiştirilmesi, süsleme desenlerinin eklenmesi veya mevcut kalem işlerinin yeniden boyanması gibi uygulamalar dekorasyon örnekleridir...
Selimiye Camii özelinde esas konu, eseri tarih ile bugün arasında bir köprü olarak görebilmektir. Üstelik 18. ve 19. yüzyıl katmanları da en az 16. yüzyıl kadar tarihî birer değere sahiptir. Avrupa, 18. yüzyıl eserlerini tarihî referans kabul ederek gururla koruyup sergilerken, biz "16. yüzyıla döneceğiz" anlayışıyla Selimiye Camii'de varlığını kanıtlamış tarihî katmanları tahrip etme riskine girebiliyoruz. Oysa bu tür müdahalelerin telafisi yoktur; bir kez silinen veya değiştirilmiş tarih, bir daha geri getirilemez. Bu bağlamda restorasyonun özü tüm tarihî katmanları gözeterek, kültürel mirasın sürekliliğini korumaktır.
Bugün birçok tarihî yapıda karşımıza çıkan manzara, ne yazık ki üzüntü verici boyutlara ulaşabiliyor. Tarihi taş duvarların alçıyla kapatılması, pencerelerine pimapen takılması, özgün dokuların sıvanıp kimliksizleştirilmesi, kültürel miras adına tam bir facia demektir.
Nitekim Selimiye Camii’nin kubbesindeki kalem işleri, Osmanlı hattatlık geleneğinin, Türk-İslam medeniyetinin ve tarihî hafızanın somut birer belgesidir. Bu nedenle, restorasyon sürecinde kalem işlerinin korunması, özgünlükleri bozulmadan gelecek nesillere aktarılması en öncelikli hedef olmalıdır.
Çözüm aslında karmaşık değil: Restorasyon, ehil ellerde, bilimsel yöntemlerle ve uluslararası standartlara bağlı kalarak yapılmalı. Karar süreçleri şeffaf yürütülmeli; sanat tarihçileri, mimarlar, konservatörler ve toplum sürece dâhil edilmeli. Çünkü kültürel miras hepimizin ortak sorumluluğudur. Selimiye Camii gibi eserler, Türk milletinin hafızası, kimliği ve dünyaya bıraktığı medeniyet mirasıdır. Tarihi olmayanların geleceği de olmaz. Eğer bu sorumluluk bilinciyle hareket edersek, tarihimizin izlerini koruyarak geleceğe ışık tutabiliriz...
Sâdettin Ökten Hoca, yıllardır konuşmalarında "akl-ı selim, kalb-i selim, zevk-i selim" olmanın öneminden bahseder, bu üç erdemin nasıl yaşatılabileceğini anlatırdı. Bugün içinde bulunduğu heyetle alınan kararlar bu kavramların ruhuna aykırı yansımalara işaret ediyor... Selimiye Camii gibi bir miras söz konusu olduğunda bu üç ilke, restorasyonun pusulası olmalıdır...