Suriye’de inisiyatif arayışı…

Türkiye için sorun basit değil. Ama rekabet içinde olduğu ortakları (!) için de öyle… Çünkü Türkiye’siz bir denklem kurmakta başarılı olamıyorlar. Suriye’de kalıcı çözüme dair denklemin yeniden kurulması adına son derece önemli bir noktaya geldiğimizi düşünüyorum. Ve her şey Türkiye’nin ortaya koyacağı etkiye bağlı.

Mesele sadece bazı alanların terör örgütü YPG/PKK’dan temizlenmesi değil, özellikle İran, İsrail, ABD, Rusya ve bazı Arap ve AB ülkeleri tarafından çeşitli şekillerde ve saiklerde kullanılan başta terör örgütü YPG/PKK olmak üzere vekil ve asillerle ile ilgili yepyeni bir denklemin başlangıcında olabiliriz.

Bunun temel parametreleri de:

- Türkiye’nin varoluşsal hassasiyetleri,

- Ukrayna savaşının Suriye’ye yansımaları,

- İran’ın (ulaştığı ve ulaşacağı nükleer seviye) ile sahadaki kırmızılar üzerindeki etkisi.  

Aslında "İnisiyatif arayışı çoktan başladı" demek daha doğru. Çünkü Türkiye’nin geçen hafta başlattığı hava akınları bu işin öncül bir evresi. Hava akınları 1280 km’lik Irak ve Suriye sınırları boyunca derinliklere inerek, farklı silahlı ve demografik katmanlar, muhataplar ve alanlar üzerinde pek çok etkiyi amaçlasa da temelde bir kara harekâtının etkinliği, terörist unsurların iradesinin kırılması, harekâtın siyasi ve askeri hedeflerine ulaşması ve minimize edilmek istenen zayiat rakamlarıyla doğrudan ilişkili.  

Türkiye aşamalı olduğu anlaşılan dinamik bir sonuç arayışında. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MSB Akar’ın açıklamalarına bakılınca, planlanmış, aşamalı bir mücadele sistematiği görülüyor.

Buna iradeye bağlı olarak, öncelikli alan, bu aşamada ön Fırat havzasını gösteriyor: Buranın kendi içinde de bir aşamalanma, hatta ancak başlayan harekâtla görebileceğimiz bir adım adım uygulanacak askeri strateji, hatta aldatma ve şaşırtma süreci var.

Siyasi ve askeri kanatların açıklamalarına ve saha görüntüsüne bakarak:

-  Tel Rıfat merkezli (Minnig hava üssü, Şeyh İsa, mezhebi hassas Nubl ve Zehra’yı da içine alan sözde Şehba Kantonu)

-  Menbiç,

- Ayn el Arap (namı diğer Arap Pınarı ya da Kobani)

Bu harekât alanına, adı hâlâ belli olmasa bile, geçmişteki alanlara ve isimlere bakarak "Fırat Kılıcı" harekât alanı diyebiliriz.

Ancak Türkiye’nin hedefi sadece bu alanla sınırlı değil.

Özellikle Sayın Erdoğan’ın altını çizdiği, Akdeniz’den İran sınırına sınır güvenliğini sağlayacak bütünleşik güvenli bölge.

Bu hedefe ulaşmak için özellikle Barış Pınarı Harekât alanının doğusunda kalan Kamışlı merkezli:

- Amude,

- Derbesiye,

- Kamışlı,

- Kahtaniye,

- Malikiye meskûn mahallerinin bulunduğu, Kürt sosyolojisinin terör örgütü tarafından acımasızca istismar edildiği ve diğer alanlar için güç tuttuğu alan kendini belli ediyor.

Ancak, Türkiye "görece rahatlık sağlayacak" bu alanlarda kontrol sağlasa bile, mücadelesi bu alanlarla sınırlı kalmayacak gibi görünüyor. Nedeni de çok basit aslında. Herhangi bir şekilde terör örgütleri ön Fırat ve Kamışlı havzalarından çıkartılmış olsa bile daha güneyde Haseke, Şeddade, El-Hol merkezli orta Fırat havzasındaki 65 bin teröristten oluşan YPG/PKK’nın ve asimetrik ilişkilerin/kurguların geliştirildiği Deaşh’ın varlığı;

Burada en temel sorun; yaklaşık 65 bin YPG/PKK’lı teröristle, başta 52 bini YPG/PKK’nın hapishanelerde tuttuğu ve sürekli istismar ettiği Deaşh’ın ve radikalizmin varlığıdır. Yani temel sorun; sayılarını yüz bini aşmış rakamlarla ifade edebileceğimiz bileşik terör varlığının, doğrusal ve asimetrik şekilde "Nerede, nasıl, kime karşı kullanılacağı" meselesidir.

Çünkü bu alanda yuvalanmış başta YPG/PKK terörün varlığı:

- Türkiye’yi her zaman varoluşsal bir tehdit altında bırakabileceği gibi,

- Irak’ın Tartışmalı Bölgeler olarak tanımlanan (Musul’un bazı bölgeleri, Kerkük, Şemşemal ve Diyala’nın bazı bölgeleri başta) farklı alanlarda etki üretmesi,

- Mezhebi, etnik ve sosyolojik fitneyi/düşmanlığı derinleştirmesi,

- Kontrol ettiği alanlardan, Türkiye’yi birebir ilgilendiren ve etkileyen enerji jeopolitiğine ve güzergâhlarına dahil olması, dahil edilmesi,

- Olası bazı (Milenyum, Arz-ı Mevud gibi) teolojik dogma/teopolitik ihtiraslara ve kurgulara hizmet etmeleri,

- Türkiye ile Ortadoğu arasına fizikî bir engel olarak girmeleri,

- Etki altında aldıkları halkları terörize etmeleri, Türkiye’ye düşmanlaştırması,

- Özellikle YPG/PKK’nın hamilerinin akıl ve maniplesiyle "laik-demokratik-sosyal-hukuk devleti kuruluş kimyalı" Türkiye’den sürekli rol çalıp; çözümün adresi olan Türkiye’yi sorunun bir parçası olarak göstermeyi… Bununla birlikte sorunun bir parçası olan terör örgütünün çözümün bir adresi olarak göstermeyi amaçlayan global destekli sistematik proje.

- Türkiye’nin ve hassasiyetlerinin itibarsızlaştırılması, değersizleştirilmesi, Türkiye insanının birbirine düşman edilmesi, düşmanlığın derinleştirilmesi,

- Coğrafyanın istikrarsızlaştırılmasında ve vakumlar oluşturmasında yeni misyonlar üstlenmesi gibi başlıklar sayılabilir.

- Tabii döktükleri kanın ve aldıkları canların adalet arayışını ve ödetilmesi gereken bedeli unutmamız da mümkün değil.

Bütün bu nedenlerle "Son terörist imha edilinceye kadar" cümlesiyle özetlenebilecek irade ve ortaya çıkacak stratejiler sadece Türkiye adına değil, bütün insanlık adına büyük bir sorumluluktur.

Çünkü artık insanlığı da diriltecek bir iradeye muhtacız.

Çünkü bu kirli ve kanlı coğrafyada önce insanı değil, insanlığı öldürdüler.

Türkiye hem insanlık hem kendi varlığı hem umudun ölmemesi hem de hakkın ve adaletin tecelli etmesi için, sonuna kadar terörle mücadeleye devam etmek zorundadır.

Karasal anlamda nereye kadar?

Dedik ya, son teröristin yuvalandığı, gerekirse Suriye ile Irak arasındaki El bu Kemal-El Kaim sınır kapısına kadar.

Hem de gerekçelerini kaybetmeyerek, hiç bırakmadan sürekli elde tutarak!

Malum, entrikalar çağındayız.

Özellikle bir kara harekâtının ön evresinde, bir parmak balla, örgütün büyük parçasını kurtarmak üzere yapılan hamleler, teklifler, atılan adımlar, oynanan oyunlar iyi okunmalıdır.

Amacımız kavramsaldır.

O nedenle; "Son terörist etkisizleştirilinceye kadar" cümlesi en doğru stratejiye karşılık gelir.