Suriye’nin yeni satranç tahtasında Türkiye’nin hamlesi ne olmalı?

Türkiye, terörle mücadelede tarihi bir dönemeçten geçiyor. Yarım asrı bulan bu mücadelenin nihai tasfiyesi için 27 Şubat 2025’te terörist başı Abdullah Öcalan tarafından gönderilen ve örgütün kendini feshedip silah bırakmasına yönelik çağrı içeren mektup, stratejik bir sürecin kapısını aralayan bir belge olarak değerlendirildi. O tarihten bu yana kamuoyunun gözü, örgütün çatı yapılanmasını dağıtması ve silahları teslim etmesi gibi iki kritik adımın ne zaman atılacağına çevrildi. Artık Mayıs ayına girildi ve beklenti, bu sürecin önümüzdeki günlerde tamamlanması yönünde.

Devletin zirvesinden yapılan açıklamalar bu sürecin niteliğini netleştiriyor: Bu bir müzakere değil, pazarlık hiç değil. Bu, uzun yıllardır süren kararlı mücadelenin ardından gelen stratejik netleşme, yani terörün fiilen sonlandırılması evresidir.

Tam da bu eşikte, 26 Nisan’da PYD ve ENKS öncülüğünde Kamışlı’da düzenlenen “Kürt Ulusal Konferansı” gibi organizasyonlar, Türkiye’nin bölgesel güvenlik politikasını sabote etmeye aday hamleler olarak karşımıza çıkıyor. ABD ve Fransa’nın gölgesinde gerçekleştirilen bu konferans, sözde birlik, anayasal haklar çağrısı olarak sunulsa da gerçekte vekâlet savaşı aktörlerinin masa başı mühendisliğiyle şekillenmiş, bölgedeki dengeleri altüst etmeye dönük bir projedir.

Dahası, ABD ve Fransa’nın himayesi altında gerçekleşen bu konferans hem Suriye’nin hem de Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdit eder niteliktedir. Konferansın sonuç bildirisi, sözde özerk bir yapılanmanın zeminini hazırlamaktan başka bir anlam taşımamaktadır. PYD/YPG gibi terörle iç içe geçmiş yapılar eliyle yürütülen bu tür girişimler, Suriye’nin barış ve huzuruna değil; bölünmesine ve istikrarsızlığına hizmet eder.

Türkiye, bir yanda terör örgütünün silah bırakması ve çatı yapılanmasını feshetmesine ilişkin gelişmeleri takip ederken; diğer yanda Kamışlı’da kurulan masalarda, küresel aktörlerin çıkarlarının dillendirildiği provokatif senaryolar yeniden sahneye sürülüyor.

Sınır güvenliği, millî birlik ve bütünlüğü, tarihî sorumlulukları gereği Türkiye’nin burada alacağı tavır ve takındığı tutum önemlidir. Bu durum, yalnızca Suriye’nin iç dengelerini değil, Türkiye’nin geleceğe dönük bölgesel pozisyonunu da ilgilendiriyor. MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin bu girişime dair sözleri, durumun vehametini özetliyor: “Kamışlı provokasyonu, pişmiş aşa su katma rezaletidir.”

Türkiye’nin kırmızı çizgileri nettir. MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin ifade ettiği gibi, “Kamışlı provokasyonu, pişmiş aşa su katma rezaletidir.” Bu teşhis, aynı zamanda bölgedeki yeni oyunlara karşı bir uyarı mahiyetindedir.

Eğer danışıklı dövüşlü bir durum yoksa —ki doğru bir strateji geliştirmek için bunu hep göz önünde bulundurmakta fayda vardır— Şam yönetiminin bu konferansa tepki göstermesi dikkate değerdir. Terör örgütlerine yani aynı tehlikeye karşı iki başkent (Ankara-Şam) olarak, ortak bir tehdit algısıyla hareket edebilmeli; üçüncü ülkelerin dayatmalarına karşı birlikte eyleme geçebilmeli.

Konferansta alınan kararlar, özellikle Suriye anayasasında Kürt kimliğinin tanınmasına dair Şam ile müzakere yürütüleceği yönündeki niyetle şekillendirilmiştir. Ancak bu, terör örgütleriyle iç içe geçmiş yapılar eliyle yürütüldüğünde, çözüm değil, parçalanma üretir.

Terör örgütleriyle aynı masaya oturmanın adı ve gerekçesi ne olursa olsun, sonucu değişmez: kriz, kaos ve meşruiyet erozyonu. Hele ki bu masalar, dış etkenlerin gözetiminde ve bölgesel istikrarsızlığı derinleştirecek şekilde kuruluyorsa, bu tür girişimlere karşı devlet ve siyaset kurumunun tamamının ortak bir duruş sergilemesi gerekir.

Bu çerçevede, DEM Parti’nin Kamışlı’daki konferansa yönelik olumlu yaklaşımı benim için sürpriz değil ve tabii ki “Türkiye partisi” söylemiyle çelişmektedir. Bu yaklaşım, DEM Parti’nin siyasi samimiyetini bir kez daha sorgulanabilir hâle getiriyor. Yani DEM Parti yine samimiyet testinden sınıfta kaldı.

Nitekim Türkiye’nin güneyinde etnik temelli yapılar üzerinden kurulan her denklem, bölgenin parçalanma riskini barındırmaktadır. Harici aktörlerin teşvikiyle inşa edilmek istenen yeni düzen, bölgenin doğal dinamiklerine dinamit döşemektir.

Türkiye’nin güvenlik mimarisi yeniden şekilleniyor. Türkiye, Irak’tan Suriye’ye, İran’dan Ermenistan’a kadar uzanan geniş bir hatta, sınır güvenliği ve bölgesel istikrarın asli aktörü konumunda. Böyle bir denklemde, iç siyasetteki açıklar ve tutarsızlıklar seçim hesaplarıyla sınırlı kalmaz, milli güvenliği tehdit eden ciddi sorunlar doğurur.

Kamışlı’daki senaryonun esas hedefi Türkiye’nin güney sınırında bir istikrarsızlık kuşağı tesis etmektir. Türkiye’nin bu oyuna karşı refleksi bellidir. Ancak bu refleksin sahada karşılık bulabilmesi için önce içeride bütünlüğün tahkim edilmesi gerekir. Türkiye’nin hem sahada hem masada elini güçlendirmesi ve bu kazanımı kalıcı kılması, diplomasi, istihbarat ve askerî başarının yanında içerideki toplumsal birliği sağlamasına bağlıdır.