Kezban, Beşar, Ömer, Can, Yiğit, Vali ve ötekiler: "Tek adamın" gururu milletin gururu mudur?

Depremin ikinci günü…

Televizyonun karşısındayım...

Güvenebileceğim bir yetkiliden son durumu öğrenmek istiyorum.

AFAD Başkanı canlı yayına çıkıyor...

Televizyonlar bir anda muhabirlerini bırakıp ona bağlanıyor.

Ve AFAD Başkanı konuşmasına başlıyor:

“Sayın Cumhurbaşkanımız yarın deprem bölgesine gelecektir…”

Arkasından ikinci cümle:

“Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımız bugün deprem bölgesindedir…”

Elimdeki kahve fincanını televizyon ekranına fırlatmak istiyorum…

Yardım çalışmalarını “tek elden” yürütmesi için devletin bütün imkânlarını seferber ettiği AFAD Başkanı, o an vatandaşı unutuyor, tek elden yürütme mesaisini “Başkanın duruma hâkim olduğu” mesajlarına ayırıyor…

Güya başkanın itibarını korumaya çalışıyor...

Ama tek elden yürüttüğü iş, Başkanı antipatik hale getirmek… 

DEPREMİN ÜÇÜNCÜ GÜNÜ: “REİS’İN GURURU” KONUŞUYOR 

Halep yerle bir…

İsrail Hükümeti, yardım ekiplerini göndermek için Suriye Hükümeti’ne başvuruyor...

Amacı elindeki seyyar hastaneleri, uzman ekipleri, yetiştirilmiş arama köpeklerini Halep’e göndermek…

Suriye hükümeti reddediyor...

Hepimiz biliyoruz ki, reddeden, Suriye’nin güçlendirilmiş “Reis’i” Beşar Esad…

Çünkü onun kibri, İsrail’in yardım etmesini içine sindiremiyor.

Çünkü onun gururu, Suriye halkının gururu olmuş oluyor…

Ve azmanlaşmış azdırılmış gurur, şuursuzluğun dili haline geliyor…

Güya tek adamın itibarını koruyor…

Ama bilmiyor ki o tek adamı bütün dünyanın gözünde daha da antipatik hale getiriyor…

DEPREMİN İKİNCİ GÜNÜ: MUĞLA VALİSİ GÜYA DEVLETİN GÜCÜNÜ GÖSTERİYOR

Bodrum Belediyesi topladığı yardımları TIR’lara yükleyip, deprem bölgesine gönderirken Muğla çıkışında devletin polisi yolunu çeviriyor…

“TIR’ların üzerindeki Bodrum Belediyesi yazılarını indirip, yerine Muğla Valiliği yazın…”

Vali ya emir almış...

Ya da kendisi “Durumdan vazife çıkarıyor…”

Güya devletin itibarını korumaya çalışıyor...

Farkında değil ki devletin itibarını iki paralık ediyor…

Devletin valisini daha da antipatik hale getiriyor…

DEPREMİN ÜÇÜNCÜ GÜNÜ: CEMİL BARLAS ÖFKELENİYOR 

Evet…Tanıdığımız Cemil Barlas…

Mehmet Barlas’ın oğlu…

İktidarın en büyük, kayıtsız, şartsız şurtsuz destekçisi…

Öfkelenmiş tweet üstüne tweet atıyor.

Çok da haklı…

Neden mi…

İstanbul’da bir şirket 2 bin soğuğa dayanıklı anorakı bölgeye göndermiş.

Ama oradaki yetkili “Üzerinde AFAD dışında başka amblem var” diye anorakları dağıtmıyor.

Yetkili güya AFAD’ın ve devletin itibarını, gücünü korumaya çalışıyor.

Şuur gitmiş, bilmiyor ki hem AFAD’ın hem de devletin itibarını iki paralık ediyor…

AFAD’ı daha da antipatik hale getiriyor.

DEPREMİN İKİNCİ GÜNÜ: MİLANO DURUMDAN VAZİFE ÇIKARIYOR

Türkiye’nin Milano Başkonsolosluğu…

Depreme yardım göndermek isteyen insanlar konsolosluğa başvuruyor, o da adres veriyor:

“Yardımlarınızı Diyanet Vakfı ile gönderin…”

Oradaki büyükelçilik ya Ankara’dan talimat almış...

Ya da büyükelçi, konsolos kendiliğinden “durumdan vazife çıkarmış.”

Güya devletin koordinasyon gücünü göstermek istiyor…
Bilmiyor veya farkında değil ki Türk büyükelçiliklerinin, konsolosluklarının, yani Türkiye’nin itibarını iki paralık ediyor…

DEPREMİN BİRİNCİ GÜNÜ: ÖMER ÇELİK CUMHUR İTTİFAKI’NI GÜÇLENDİRİYOR

AKP Sözcüsü Ömer Çelik, Adana’da depremle ilgili konuşuyor:

“Cumhur İttifakı olarak sahadayız…”

Evet, bedeni sahada ama bildiğimiz entelektüel ve akademik şuuru nerede…

Sanıyor ki bu sözlerle Cumhur İttifakı’nın duruma hâkim olduğunu gösteriyor…

Bilmiyor ki bu sözlerle Cumhur İttifakı’nın çaresizliğini ispat ediyor…

DEPREMİN ÜÇÜNCÜ GÜNÜ: RTÜK CAN DÜNDAR PAZARLIĞI YAPIYOR

Bir RTÜK yetkilisi Twitter yetkilileri ile müzakere ediyor…

Can Dündar’ın, İsmail Saymaz’ın, şunun bunun Twitter hesaplarını kapatın…

Ya emir almış ya da kendisi durumdan vazife çıkarıyor.

Sanıyor ki onları kapatırsa seslerini kesecek…

Devletin itibarını kurtaracak, gücünü gösterecek…

Bilmiyor ki yaptığı tek şey devletin çaresizliğini itiraf etmek…

Bilmiyor ki sürgündeki muhalif yurttaki muhaliften daha etkilidir…

Bilmiyor ki hapisteki muhalif dışardaki muhaliften daha güçlüdür…

Bilmiyor ki böyle yapınca hem hapisteki hem de sürgündeki muhalif devletten de güçlü hale gelir…

DEPREMİN ÜÇÜNCÜ GÜNÜ: FEYYAZ YİĞİT KONUŞUYOR

Geçen yıl Exxen’de yayınlanan süper dizisi “Gibi’nin” oyuncusu Feyyaz Yiğit sosyal medyada şu paylaşımı yapıyor:

“Duygularımı hapse girmeyecek şekilde ifade edemiyorum…”

Yani diyor ki;

“Bıraksalar avaz avaz haykıracağım…”

Zamanın bir ruhu varsa, o ruhu bundan daha iyi özetleyecek altı kelime ne olabilir…

Ona hapse girme korkusu veren neyse, kimse görmüyor ki söylenemeyen söz, aslında daha gür çıkıyor…

Hele hele onu gözde bir komedyen söylemişse…

DEPREMİN İLK SABAHI: DEVLET EMİR BEKLİYOR 

Devletin bakanları, genel müdürleri, valiler, kaymakamlar, AFAD yetkilileri, Genelkurmay Başkanı, il başkanları ve konuşan kafalar…

Hepsi “yukardan” gelecek emir ve talimatı bekliyor…

Beklerken ağızlarından çıkan prototip cümle şu:

“Devlet bütün imkân ve kabiliyeti ile sahada…”

Bilmiyorlar ki o sözler devletin kabiliyetini değil, kabiliyetsizliğini anlatıyor. 

DEPREMİN DÖRDÜNCÜ SABAHI: KEZBAN HATEMİ HAYKIRIYOR 

Evet, bildiğimiz Kezban Hatemi

Öyle hükümete muhalif falan bir avukat değil…

Ama çok öfkeli…

Halk TV’de İsmail Küçükkaya’ya konuşuyor…

“Devleti tek başına bırakacağım, sadece AFAD’ı bırakacağım diye sivil toplum örgütlerini darmadağın ettiniz. İşte sonucu budur…”

Çünkü sandınız ki sivil toplum örgütleri, size ve sizin şahsınızda cismanileşmiş devlete kaşı…

Oysa AKUT ve öteki sivil toplum örgütleri devletle halk arasındaki ilişkiyi kuran halkalardır….

1999 depreminde harikalar yaratmışlardı.

Halk imecesidir onlar…

Hatemi haykırıyor…

Bırakın halk yardıma koşsun… 

DEPREMİN DÖRDÜNCÜ GÜNÜ, ÖĞLE SAATLERİ: BEN DE KONUŞUYORUM

Çaresizce oturduğum evimde, televizyon ekranına çaresiz biçimde bakan gözlerimin gördükleri bana şu soruyu sorduruyor…

Acaba 14 Mayıs Güçlendirilmiş Başkanlık Sistemi’nin son seçimi mi olacak…

Çünkü gördüğüm harabe şu:

Orta Doğu’da tek adam rejimlerinin temelini tek adam haleti ruhiyesi sarsıyor…

O ruh hem devleti felç ediyor hem de halkı…

14 MAYIS GÜÇLENDİRİLMİŞ BAŞKANLIĞIN SON SEÇİMİ Mİ? 

Ve diyorum ki…

14 Mayıs seçiminden Cumhur İttifakı galip çıksa da…

Güçlendirilmiş Başkanlık sisteminin temelleri artık eskisi kadar güçlü olamayacak…

Şu ihtimal de var…

Tam aksine rejim daha da sertleşebilir…

Ama deprem bize şunu açıkça gösterdi:

Gelecekte İstanbul gibi bir şehirde daha büyük bir felakete hazırlanmamız için sadece binaların temelini güçlendirmek yetmeyecek.

Devletin yönetim sisteminin temellerini de sağlamlaştırmak için, sertleşmek değil, tam aksine daha demokratikleştirmemiz gerekecek…

DEPREMİN DÖRDÜNCÜ GÜNÜ, ÖĞLE SAATİ: HEPİMİZ ŞUNU KABUL EDİYORUZ… AMA…

Hepimiz biliyoruz, farkındayız ki bu deprem dünyanın en güçlü ekonomilerinin, devletlerinin bile kolayca baş edemeyeceği boyutta bir felaket…

İstediğimiz kadar muhalif olalım, bu gerçeği anlamayacak insanlar olamayız, olmamalıyız…

Yukarda verdiğim örnekler, iktidar yanlısı ve muhalifi ile durumu zaten anlatıyor.

Yani yine de makul bir ortak duygumuz var.

Yeter ki, “devletimizin gücünü”, iktidarımızın kudretini göstereceğiz diye içimizdeki bu dayanışma duygusunu zedeleyecek şeyler yapılmasın…

Son sözüm…

Dışlamayın, tam aksine içinize alın.

MİLLETİN GÜÇLENMESİNDEN KORKMAYIN, KORKMAYIN 

Çaresiz gözlerimin gördüğü bu enkaz bana bir de şunları söyletiyor:

Korkmayın…

Korkmayın, millet güçlenirse devlet zayıflamaz...

Tam aksine devlet de güçlenir…

İşte o zaman Güçlendirilmiş Millet Sistemi gelir…

Adalet duygusuyla, vicdanıyla, şefkatiyle, özgürlükleriyle, liyakate dayalı anlayışı ile, şeffaflığı ile…

Güçlendirilmiş Millet Sistemi…

İşte o zaman “Yeter söz milletin” sloganının da kimden kime miras kaldığı anlaşılır…