Cumhuriyet'in 100'üncü yılında çıplak beden üzerine file blucin giyme hakkına anayasal güvence istiyorum

Eminim başlık en sekülerinize bile absürt gelmiştir…

Veya “somon balığı avlama” hakkına anasayal güvence de diyebilirdim.…

Hâlâ ‘bunlar da ne ya’ derdiniz ve haklı olurdunuz. 

Siz şu güzel pazar kahvaltınıza devam edin, ben anlatayım…

OLAY GEÇEN EYLÜL MİLANO’DA PATLADI

Olay önce, geçtiğimiz 21 Eylül günü Milano’da yapılan bir defilede dikkati çekti.

O gün, saat 12.30’da, ünlü İtalyan giyim markası Diesel’in 2023 İlkbahar-yaz defilesi vardı.

Tabi artık defile demek yanlış. Bunlara “Fashion Show” deniyor.

Nitekim bu da 4 bin 800 kişinin davetli olduğu dev bir moda gösterisiydi.

Sezonluk bir moda gösterisiydi ama gelenlerin 3 bini profesyonel olmayan davetliydi.

Milano’da moda okuyan öğrencilere bin 600 davetiye verilmişti.

4 BİN 500 KİŞİNİN ÜZERİNDE DOLAŞAN ÇIRILÇIPLAK EROTİK İKİ DEV VÜCUT

Önce gösterinin adından başlayayım…

Defilenin adı “Diesel Demokrasi…Demokratik Moda…”

Podyumun üzerinde, Guiness Rekorlar Kitabına geçecek dev iki şişme heykel vardı.

Hollanda’nın Dennis Vanderbrock Stüdyosu'nun hazırladığı çırılçıplak bir kadın ve bir erkek bedenininden oluşan sanat eseriydi.

İki beden olabilecek en erotik biçimde birbirine yapıştırılmıştı.

Cumhuriyet'in 100'üncü yılında çıplak beden üzerine file blucin giyme hakkına anayasal güvence istiyorum - Resim : 1

PLUEJEAN TARİHİNDE YENİ SAYFA AÇILIYOR

‘Diesel’ bu şov ile “blucin tarihinde yeni bir sayfayı açtığını” ilan etti.

Gerçekten de 2023 yılı ilkbahar yaz sezonu için hazırlanan yeni blujean ve denim tasarımları bugüne kadar görmediğimiz bir çeşitlikteydi.

Blujean basit bir pantolon olmaktan çıkmış, neredeyse bir içgiyim haline gelecek kadar açılmıştı.

Özeti çıplak beden üzerine giyilen file blucin olarak da tarif edilebilir.

Bu yeni trend, Milano’yla aynı günlerdeki Paris, Londra ve New York  şovlarında dünyanın birçok önde gelen giyim markasının şovlarında da görüldü.   

Sonunda bunun adı da kondu:

 “Post epidemi çıplaklık…”

Ama siyaset sosyologları ise bu yeni trendi şöyle adlandırmayı tercih etti:

“Post Pandemik Freedom…”

Yani Covid sonrası özgürlük…

AYNI GÜNLERDE İRAN VE TÜRKİYE’DE BAŞÖRTÜSÜ TARTIŞMASI BAŞLADI

Moda dünyası giyimin açılma tarafını tartışırken, aynı günlerde İslam dünyası ise giyimin örtünme yanını tartışmaya başladı. 

İran’da kadınlar ölüm pahasına başlarını açabilme hakkı mücadelesi verirken, Türkiye’de kadınlar değil, erkek siyasetçiler başörtüsüne güvence hakkını gündeme getirdi.

Kendi payıma bunun Türkiye açısından, pek de gurur verici olmayan, çok şanssız bir zamanlama olduğunu düşünüyorum.

Çünkü Türkiye’de artık ne başını açma ne de örtünme konusunda bir sorun kalmadığını düşünenlerdenim.

Bütün dünya gözünü İran’da başını açmak için savaş veren cesur kadınlara dikmişken, Cumhuriyetinin 100’ncü yılını kutlamaya hazırlanan Türkiye’de erkek siyasetçilerin bu tartışması bana hiç de şık görünmüyor.

Neyse asıl konuma döneyim.

Cumhuriyet'in 100'üncü yılında çıplak beden üzerine file blucin giyme hakkına anayasal güvence istiyorum - Resim : 2

DÜŞÜK ETEKLİ TASARIM NEDEN YÜZDE 333 ARTTI 

Şimdi dört şehirdeki bu şovlardan bazı çarpıcı rakamlar vereceğim.

 (*) Bu defilelerde geçen dönemlere göre yüzde 333 daha fazla “düşük bel etek” tasarımı sergilendi.

(*) Sergilenen pantalonlarda “düşük bel” oranı yüzde 78 daha fazaydı.

(*) Geçen yıllara göre, dıştan görünen iç giyimi şeklindeki tasarımlarda yüzde 15 artış meydana geldi.

(*) Yine geçen yıllara göre transparan giysi oranı yüzde 10 arttı.

Peki ne anlama geliyor bu “Covid sonrası özgürlük” kavramı.

Bunun adı şu:

“Kendini teşhir etme hakkı…”

Adını koyalım isterseniz.

Bu bir meydan okumadır.

MeToo hareketinin beşinci yılında, kadının özgürlük hakları kataloğuna işte bu da eklenmişti.

ADALET BAKANI GÜNLERDİR BAŞINI AÇANA DA GÖZGÜRLÜK DİYOR AMA

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, günlerdir “Sadece başını örtene değil, başını açana da güvence getiriyoruz” diye çabalıyor ama Külliye’den gelen sinyaller, olayın başını açma kapatma meselesinden çok “başörtüsü” kelimesine odaklandığı gösteriyor.

Böyle bir ortamda bir kadın için “bedenini teşhir hakkından” söz edene ne nedir?

ŞANGHAY AVRASYA HATTINDA BUNU KONUŞMANIN MANASI NE?

Haklısınız… “Tuhaf hak” iddiaları bunlar…

Solcusuyla, sağcısıyla, milliyetçisi ile, islamcısı ile Batı’dan kopup, Şanghay ve Avrasya coğrafyasına hicrete hazırlanan kollektif bir ruh haline bunu anlatmak imkansız.

Bunları savunmak ancak delilere mahsus bir hak olarak görülebilir.  Umutsuzca da olsa şunu söyleyeceğim.

21’inci yüzyıl anayasalarının özgürlük ve demokratlık ölçüleri işte böyle tuhaf haklarla yazılıyor.

Mesela hiç aklınıza şöyle anayasal bir hak ve güvence gelir mi?

“Somon balığı avlama hakkı…”

Evet dünya demokrasisi tarihinde giren en son tuhaf hak bu…

Size onu da anlatayım.

BİN MANGA KAHRAMANININ SOMON AVLAMA HAKKI

1970’li yıllardan beri Japon Manga kitaplarının hastasıyım. Yani Japon çizgi roman sanatının ürünlerinin.

2018 yılında Golden Kamuy adlı yeni bir manga yayınlanmaya başladı ve acaip ilgi gördü.

Bunun üzerine çizgi film haline de getirildi.

Bu manga, Japonya’daki “Anyu” kültüründen esinlenerek yaratılmış.

Anyu halkı, Milattan Önce 300 yıllarından Sibirya’dan zorla çıkarılarak, Sahalin adasına yerleşmek zorunda bırakılan insanlar.

Ana dillerinde “Anyu” ‘insan’ anlamına geliyor.

SOMON AVLAMA HAKKINI KAYBEDEN HALK, SONRA DİLİNİ VE DİNİNİ KAYBETTİ

Daha sonra Sahalin’den de sürülerek Hokkaido adasında zorunlu iskana gönderilmişler. Onu, ağır bir Japon asimilasyonu izlemiş.

Bu asimilasyon sürecinde iki hakları ellerinden alınmış.

Anadillerini konuşmak…

Ve temel ekonomik faaliyetleri olan somon balığı avcılığını yasaklamak.

Tabii bu arada Animist inançları da Budizme döndürülmüş.

Dinler dünyanın her yerinde aynıdır. Eline kılıç alınca, ilk işi karşısındakinin inancını budamak olur.

SOMON AVLAMA HAKKI 120 YIL SONRA ANAYASAYA GİRİYOR

Ancak Birleşmiş Milletler, bütün dünyada yerel halkların kültürel varoluş haklarını güvence altına alan uluslararası bir sözleşmeyi çıkarınca Japonya da Anyu halkının elinden aldığı haklarını iade etmeye başlamış.  

Böylece Anyular da kendi dillerine ve hayat tarzlarına yeniden kavuştu.

İşte bu çerçeve içinde Japonya Devleti, 1899 yılında yasakladığı somon balığı avlama hakkını 2019 yılında yeniden verdi.

Böylece Anyu halkının somon avlama hakkı anayasal güvence altına alındı.

BU DURUMDA BEN DE İÇME HAKKIMA ANAYASAL GÜVENCE İSTEYEMEM Mİ?

Bir yanda başörtüsüne anayasal güvence…

Bir yanda bedenini teşhir hakkı…

Öte yanda somon balığı avlama hakkı…

Eee böyle bir dünyada benim içkimi rahatça içebilme hakkımı talep etmem çok mu tuhaf yani…

Hiç de değil…

AYIP DEĞİL Mİ HALA ASKERİ DARBE ANAYASASINA YAMA YAPMAYA UĞRAŞIYORUZ

Bir 21’inci yüzyıl ülkesi olarak hâlâ 12 Eylül askeri darbesi sonrası yapılan bir anayasa ile yönetiliyoruz.

Üstelik bu parlamento çatısı altında galiba kimse bu durumdan rahatsız değil.

Baksanıza başörtüsü hakkını bile bu anayasaya yapılacak bir yama ile sağlamaya uğraşıyoruz.

Başörtüsü güvencesini, rakip takımın kaldırdığı voleye şöyle sıkı bir şut olarak nitelemek başka türlü nasıl tercüme edilebilir ki…  

Oysa önümüzde bir seçim var.

Bütün partiler, yeni bir anayasa konusunda vaatte bulunsa, herkes programına ne yazmak istiyorsa yazsa ve seçim sonrasında ilk iş, hiç olmazsa halkın yüzde 70’i tarafından onaylanacak bir anayasa yapılsa…

En samimi özgürlük vaadi bu olmaz mıydı…

MAHALLE BASKISINI GÖRÜNMEYEN KANUN HALİNE GETİREN ZİHNİYET

Özgürlükler artık 15 derecelik dar bir zaviyeden değil, 360 derecelik bakışla güvence altına alınıyor.

Bir inanç hürriyeti unsuru olarak başörtüsü elbette önemli…

Ama bir Anyu için somon balığı avlama hakkı da önemli…

Covid’den bunalmış bir kadın için beden teşhir hakkı da öyle…

Bir hayat tarzı hürriyeti olarak benim içkim de…

Biliyorum hemen “ama devlet halkın sağlığı için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür” diyeceksiniz…

Tabii ki yükümlüdür.

O zaman gelin hep birlikte içkinin zararları üzerine ele ele omuz omuza kampanya yapalım.

Şuradan ilan ediyorum.

Bütün kamu spotlarında gönüllü olarak görev alacağım.

Ama bunu benim özgürlüğüme el koyarak yapmayın…

Mahalle baskılarını görünmeyen kanunlar haline getirerek yapmayın.

SON 20 YILDA ŞUNU HALA GÖRMEDİNİZ Mİ?

Çünkü son 20 yılda şunu görmüş olmalısınız.

Bu zihniyet gençleri Deizm'e yönlendirirken, camiye giden insan oranını da yüzde 10’a düşürdü.

Yani inançları da en iyi koruyan şey 360 derece bir özgürlüktür…