Hayatın Galerisinde Asılı Üç Usta
Bugün size, astrolojinin belki de en ilginç köşelerinden birinden, Sabian sembollerinden birini anlatmak istiyorum. Bazen gökyüzü bize öyle semboller sunuyor ki, hayatı izlerken ister istemez “Evet ya, tam da böyle hissediyorum” diyorsunuz.
Terazi burcunun 9. derecesinde şöyle bir tablo var: “Üç yaşlı usta, bir sanat galerisinde sergileniyor.”
İlk bakışta kulağa biraz havalı, biraz da gizemli gelebilir ama bana sorarsanız, bu sembol tam bir hayat dersi barındırıyor.
Düşünsenize; bir galeri, içinde geçmişin ustaları… Her biri, yıllar boyu biriktirdikleri tecrübeleriyle, insanlığa bir miras bırakmış. Onların eserleri öyle hemen gelip geçici işler değil; zamana direnmiş, olgunlaşmış, rafine olmuş, adeta özü damıtılmış bir bilgi gibi.
İşte hayat da biraz böyle değil mi zaten? Gençliğimizde bir yerlere yetişmeye, bir şeyleri hemen başarmaya çalışıyoruz ama gerçek ustalık, sabırla, deneyimle, bazen de hatalarla yoğruluyor.

Bazen toplumca da tam olarak bu noktadan geçiyoruz. Kimse kimseyi dinlemiyor, herkes “Ben bilirim!” diye ortaya çıkıyor. Oysa zaman gösteriyor ki, ustalığın hakkını veren, zamana meydan okuyan eserler aslında en çok değer görenler oluyor.
Tıpkı eski bir ustanın tabloya bıraktığı fırça izleri gibi… Kimi zaman bir bakış, bir söz, bir hayat tecrübesi; işte o zaman insan anlıyor, “Ben de bu galeriye bir tablo asabilecek miyim?” diye soruyor kendine.
Bunu biraz da kendi hayatımıza uyarlayalım.
Hepimizin içinde bir “usta” var aslında. Bazen yaş aldıkça, bazen bir kırılma noktasında, bazen de başkalarına rehberlik ederken ortaya çıkıyor bu tarafımız. Kimimiz ailede, kimimiz işte, kimimiz dost meclisinde… Bir de bakmışsın; senden gençler gelip “Sen bu işin ustasısın” demeye başlamış.
İşte tam da bu sembol, hayat yolculuğunda hangi noktada olduğunu sana fısıldıyor: Çırak mısın, kalfa mısın, yoksa ustalığınla başkalarına yol mu gösteriyorsun?
Biraz da toplumsal olarak düşünelim…
Bu sembolün etkili olduğu dönemlerde, dünya da ustalarını, bilgelerini, geçmişin değerlerini yeniden hatırlamaya başlıyor. Belki eski kitaplar, eski şarkılar, eski liderler, hatta köklü gelenekler tekrar gündeme geliyor. Kimi zaman popüler kültürden, hızlı akan sosyal medyadan sıkılan insanlık, “Bizim özümüzde ne vardı?” diye geriye dönüp bakıyor.
Eski ustaların eserlerine dönmek, biraz da hayatı sadeleştirmek, köklerimize sahip çıkmak anlamına geliyor.
Ben bu sembole bakınca şunu hissediyorum:
Her birimiz, kendi hayatımızın galerisinde bir tabloyuz. Kimimizin rengi soluk, kimimizin fırça izi çok belirgin, kimimiz ise henüz tamamlanmamış bir eser… Ama sonuçta, zamanla hepimiz biriktiriyoruz. Deneyim, bilgi, sabır, sevgi ve elbette ustalığın o ağırbaşlı sessizliği…
Belki bugün birilerinin yoluna bir ışık, bir iz bırakırız. Yeter ki kendi değerimizin farkına varalım, sabrımızı ve birikimimizi küçümsemeyelim.
Unutmayın, bazen en sessiz tablo bile, görenin kalbinde en çok yer eden eser olur.
Kendinizi o galeriye asılmış üç usta gibi düşünün; hangi renk, hangi hikâye, hangi iz sizi siz yapıyor?
Hayat galerinizde, en güzel eseriniz daim olsun.