Abdullah Ağar: Sarığın Altındaki Öfke-1…

Zira bu konu sadece Irak’ı, Irak halkını, Irak’ın siyasi bunalımını, Irak’a müdahale ya da maniple edenleri, onların menfaatlerini ilgilendirmiyor. Tarihi, geleceği ve jeopolitiği ilgilendiren teolojik, teopolitik, güvenlik, enerji jeopolitik bağlamları var.

Bütün bu halleriyle sadece Irak’ın ve Irak’a müdahale edenlerin konusu değil. Türkiye’nin tam ortasında olduğu, hatta olmak zorunda olduğu bir bunalım karşımızdaki. Hatta, büyük bir bunalım gibi kendini gösterse de Irak, Suriye açmazına hapsolmuş gündem ve aranan olası çözüm adına çok daha zengin parametreleri ve inisiyatifleri içinde barındırıyor.

Buradan şöyle bir cümle dahi kurabiliriz.

Suriye ve Irak meselesini Suriye’den çözemezsiniz, ama Irak’tan çözebilirsiniz. Çünkü kördüğümün ip uçlarını Suriye’den çok Irak barındırır ve çekebileceğiniz Irak’taki ip (ya da çözüm) uçları, Suriye’den çok daha ele gelir.

Tabii önce görmeniz, görebilmeniz gerekir.

Öte tarafıyla konu sadece Irak’ta artık kanıksanmış oluşagelen bir bunalımın konusu değil. Öncelikle bunalımın derinleşmesinin ve bunun bir parçalanmaya dönüşmesinin ve olası bir parçalanma halinde kimin hangi pozisyon alacağı, ne yapacağı veya ne yapabilecekleriyle ilgili.

Bu haliyle de Irak, sadece Irak’ta etki ve menfaat peşinde koşanların değil, bu bunalımdan etkileneceklerin, hatta derin bir şekilde etkileneceklerin konusu.

Yani Türkiye’yi burada da sadece bu kadarıyla bile bunalımın tam orta yerine koyabilirsiniz.

Sorun Şii toplumsal taban destekli Muktada Es Sadr’ın önce büyük bir siyasi zafer ve inisiyatif elde etmesi, ardından da değişik baskılarla karşı karşıya kalıp, siyasi türbülanslar içinde kendi oyunlarını başlamasıyla başgösteren bir
Şii-Şii bunalım olarak tanımlanıyor.

Oysa kesinlikle bu kadar değil.

Yani sorunu sadece

⦁ Şii-Şii bunalımı ya da kutuplaşması olarak tanımlayamazsınız.

İşin içine bir de;

⦁ Yeni Şii inisiyatiflerinin, yani ‘Yeni Devrimcilerin’ doğuşunu,

⦁ Kürt–Kürt bunalımı, rekabeti ve kutuplaşmasını,

⦁ Sünni–Sünni rekabetini, yeni oluşumlarını ve Sunni tabanı istismar eden radikalizmin yeni nesil doğuşunu,

⦁ Türkmen yalnızlığını, aralarına ekilen Türkmen–Türkmen Mezhep/Siyaset/Proksileşme ve Güvenlik bunalımı.

⦁ Ve olası bir çil yavrusu gibi yaşanan dağılmada Tartışmalı Bölgeleri kim kapacak gibi soruları eklemelisiniz.

Yani Türkiye’yi bir de burada bütün bu bunalımların tam orta yerine koyabilirsiniz.

İşin içine bir de terör, güvenlik, istikrarsızlıktan ve olası parçalanmadan doğan/doğabilecek riskler, ortaya konulmak zorunda kalınacak etkiler, enerji jeopolitiğinde ortaya çıkan yeni inisiyatifler, mevcut ağır aksak dengenin bile bozulma risklerini eklerseniz, Türkiye’yi yine işin tam orta yerine koymak zorunda kalırsınız.

Şimdi siz benden uzak olsun ya da benden uzak yaklaşımıyla bu kronikleşmiş ve kronikleşen sorunlara vurdumduymaz bir bakış atabilirsiniz, ama emin olun, doğrudan ve dolaylı bir şekilde eninde sonunda kapınızı çalmaya başlayacaktır.

Ne çalması!

Emin olun gümbür gümbür dövecektir.

O yüzden bunalımın bize gelmesini mi beklemek, yoksa soruna kendi coğrafyasında mı eğilmek?

Türkiye’nin Dış İşleri ve Savunma Bakanlıkları başta, devletin ilgili kurumları, eminim Irak’taki derin soruna en iyisiyle yapıcı bir etki üretmenin, inisiyatif geliştirmenin derdindeler.

Ancak bu yeterli mi?

En azından bundan sonrası için. Çünkü Irak üretmiş olduğu değer ve yaşadığı travmalarla bütün coğrafyayı, inancı, geleceği, güvenliği, ekonomiyi ve jeopolitiği derinden etkilemeye devam edecek.

Çok ilginçtir. Irak’taki sokak bunalımı kendisini göstermeden hemen evvel Batı basınında etkisi son derece yüksek bazı gazeteler, Irak’ın parçalanmasına dair analizler, haritalar yayınladılar.

Hemen ardından da Irak’ta parçalanmaya giden bir siyasi bunalım, mezhep içi ve siyasi ayrışmanın sokağa yansımasını gördük. Bu sefer sadece keleşler ve keskin nişancı tüfekleri değil, Bağdat sokaklarında, yeşil Bölge’de uçaksavarlar, RPG-7 roketler, havanlar, gradlar ve katyuşalar kullanıldı.

'İş koptu gidiyor’ derken, tam bu kertede Muktada es Sadr büyük ve fantastik bir hamle yaptı. Sokağa çıkmış ve artık silaha, tetiğe sarılmış, ateş içindeki yandaşlarına “BİR SAATTE MEYDANLARDAN ÇEKİLİN” çağrısı yaptı.

Müthiş bir güç, irade ve emir-komuta gösterisiydi. Bırakın saati dakikasında meydanlar boşalmaya başladı.

Şimdilik sokaklar boşaldı.

Peki ne oldu? İşin içinde aslında ne var? İran ne yaptı?

İş bitti mi peki? Yoksa her şey yeniden mi başlıyor?

Sonuçta Sadr ortaya koyduğu emir-komuta, güç, irade gösterisiyle dedi ki; “Artık noktayı da virgülü de ben koyarım!”

Ama yeter mi?

Ve bütün bunlar Türkiye’nin kenarında durduğu, ama tam ortasında kaldığı bir sorun.

Diğer yazıda Muktada es Sadr ve bütün teolojik temayülleri sarsarak mercaiyetten istifa eden ve İran etkisinde İran’da yaşayan Taklidi Merci Ayetullah Kazım Hüseyin el-Hairi üzerinden Irak’taki kaosa bir başka bakış geliştirmeye çalışacağız.

Saygılarımla.