Cumhurbaşkanı, Kılıçdaroğlu ve Akşener'i davet etse giderler mi, sonuçları ne olur?

Devleti yıpratmanın, insanlara devlete karşı güvensizlik aşılamanın şu ortamda kime ne faydası olacağını biri bana anlatabilir mi?

Siyasetçiler, böyle büyük acılara gark olduğumuz bir günde bir araya gelmeyeceklerse, hangi şartlarda bir araya gelecekler?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, mecliste gurubu bulunan partilerin genel başkanlarını, Cumhurbaşkanlığına davet ederek, bu yıkıcı afetin yaralarını sarma konusunda iş birliği ve dayanışma önermelidir. Erdoğan bu daveti yaptığında, icabet etmeyen genel başkanları da millete havale etmelidir.

Şu soru akla gelebilir; Erdoğan’ı açıktan hedef haline getiren, Erdoğan’ı iktidardan indirmek için her yolu deneyeceklerini gizlemeyen muhalefet partileri, bu toplantıda sorunları konuşmak yerine, Cumhurbaşkanı ile tartışmayı hatta kavga etmeyi tercih ederek ve toplantıyı terk ederek yeni bir krizin fitilini ateşleyebilirler mi?

Bu risk mümkün. Sezer’in, Bülent Ecevit’e anayasa kitabını fırlatmasının ardından yaşanan büyük siyasi ve ekonomik kriz aklımızdan hiç çıkmıyor.

Ama bunun da bir çözümü olmalı.

Bu toplantının gündemi sadece deprem acısı, alınacak önlemler ve sarılacak yaralar olarak sınırlanabilir. Toplantıdan önce bir deklarasyon yayınlanarak, olası krize yol açacak tartışmaların önüne geçilebilir. Ne bileyim başka başka çözümler üretilebilir.

Düşünebildiğim ve milyonlarca insanın da düşündüğüne inandığım bir özlem bu.

Türk siyasetine çöreklenen bu kutuplaşmanın bir yerde sona ermesi gerekiyor.

Böyle bir birliktelik, siyasetçilerin kutuplaştırdığı insanımızı yeniden ortak değerlerde buluşturabilir.

Devlet tecrübesi olan eski bir siyasetçiyle bu durumu konuştum. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, siyasilere bu daveti yapabileceğini, ancak, neye mal olursa olsun Erdoğan’ı iktidardan uzaklaştırmaya odaklanmış muhalefetin, bu daveti açıktan bir kavgaya dönüştürebileceğini şöyle anlattı:

“Düşünün, toplantı devam ederken, Kılıçdaroğlu ve Akşener’in toplantıyı terk ederek, dışarda bekleyen kameralara, “Erdoğan bize anayasa kitapçığını fırlattı. Ağır hakaretlerde bulundu vesaire” dediklerini. Ortalık bir anda karışır. Fayda sağlamak için yapılan toplantıdan tam bir yıkım çıkar. Cumhurbaşkanı bunu mutlaka düşünmüştür ama muhalefet liderlerine güvenemediği için bu daveti yapmamıştır.”

Aynı soruyu, muhalefetten, CHP ve İYİ Parti’den isimlerle de konuştum. Onların yaklaşımı da kısaca şu oldu:

“Böyle bir davet gelse bile gitmeyiz. Sorunların müsebbibi olarak gördüğümüz bir Cumhurbaşkanı ile ne konuşacağız? Ayrıca çıkabilecek ağır bir sonucun faturasını da üstlenmek istemeyiz?”

Nasıl bir sonuç çıkabilir sorusuna verdikleri cevap da 2002’de Sezer ve Ecevit arasında yaşanan tartışmayı hatırlatmaktan öteye geçmedi.

Ben yine de siyasetçilerin vereceği birlik fotoğrafının, en başta depremzedeler olmak üzere vatandaşlara büyük bir moral aşılayacağını düşünüyorum.

En azından liderler bir araya gelemese bile grup başkan vekilleri, genel başkan yardımcıları, Hatay’da, Adıyaman’da, Kahramanmaraş’ta, Gaziantep’te, diğer deprem yerlerinde birlikte görünseler yeter.

Böyle bir fotoğraf ne muhalefeti zayıflatır ne de iktidara avantaj sağlar. Böyle bir fotoğraf bu zor günlerde kenetlenmemizi sağlar.

Amaç üzüm yemek olduktan sonra, bal gibi genel başkanlar da bir araya gelir, milletvekilleri de omuz omuza depremzedelerin yanında durur.

Sırf iktidarın işine yarayacağı düşüncesiyle, vatandaşın işine yarayacak faaliyetlerden vazgeçmek doğru mu? Mayıs’ta ya da Haziran’da seçim yapılacak. Sandık gelecek ve millet kararını verecek. Ama önce bu büyük yaranın sarılması, milyonlarca insana, barınak, aş, iş sağlanması gerekiyor. Bu sadece hükümetin sorunu değil. Hükümetin işini kolaylaştırmak da muhalefetin görevi.

PROVOKASYON MU, CAHİLLİK Mİ, DELİLİK Mİ?

Büyük felaketin ilk gününden itibaren, bir sürü yalan haber, manipülasyon ortalığı sardı. Bunlar, “bilgi kirliliği” olarak masumlaştırılamayacak ağır yalanlardı.

Enkaz ve depremzede vatandaşlar arasında dolaşıp, tansiyonu, tepkiyi artırmak için elinden geleni yapan siyasetçiler bir yana, çok büyük sonuçları olabilecek kimi yalanlar saçımızı başımızı yoldurdu. Hatay’da barajın patladığı/çatladığı iddiası yenilir yutulur bir yalan değildi. Millet enkazı, kurtarma çalışmalarını bırakıp kendi canının telaşına düştü. Hatay’dan çıkış yolları bir anda patlayan barajın altında kalmamak için kaçan insanlarla doldu. Sonra o haberi yayan, “Pardon” dedi. Bu kadar yani. “Pardon.”

En kışkırtıcı olan yalanlardan ikisi de; Afganlıların bilezik almak için cesetlerin kolunu, Suriyelilerin yüzük almak için parmaklarını kestikleriydi.

Bu üç büyük iddiayı/yalanı ortaya atanların, bunun sonuçlarını tahmin edemeyecek kadar aptal olduklarını hiç sanmıyorum. Acıların ateşi hafiflediğinde daha yazılacak çok şey var. İnsanların adım adım sistematik olarak nasıl isyana teşvik edildiğini gördük ve anlatacağız. Şimdilik bu kadar.

Afete uğrayan insan, bu büyük felaketle karşılaşanlar, müdahalede geç kalındığını söylüyorsa bu doğrudur. Ancak herkes gibi bu afete devlet de hazırlıksız yakalandı. İlk anda birbirine yardıma gidebilecek illerin tamamı depremden etkilendi. Uzak illerden ve merkezlerden giden yardım zamanında ulaşamadı. Erken müdahale edilememesinde bir kasıt, bir ihmal varsa elbette onların da hesabını sormalıyız. Demiri, betonu çalanın, fay hattı üzerine imar izni verenin, ihmali, hatası, yanlışı, kusuru olan herkesin yakasına yapışacağız.

İnşallah bu hazırlıksız yakalandığımız son felaket olur.