“Kültürel iktidar” diyorsanız önce sanatçınıza sahip çıkacaksınız! Şükriye Tutkun’un isyanı
Eski arkadaşımdır Şükriye Tutkun.
Dün konuştuk epey. Fethiye’de bir köy evinde yazını geçiriyor. Kendisine hayli eski model ve hasarlı “yeni” bir araba almış. Hasarlı araçların daha ucuz olduğunu söylüyor. Köyün az ilerisinde Göcek var. Büyük büyük sanatçılar(!) yatlarında, teknelerinde ultra lüks villalarında yazlarını geçiriyorlar. Aralarında kimler yok ki. Kültür Yolu Festivali’nden eksik olmayıp şehir şehir konser verdirilenleri mi ararsınız, bir zamanlar Cumhurbaşkanı’nın her gittiği yerde dibinde biten, komiklik yaparak çöplenenleri mi, 2023 seçimleri öncesi “Devran dönecek” zannıyla u dönüşü yapanları mı, AK Partili belediyelerin konser verdirmekte yarıştığı sanatçımsıları mı, TRT dizilerinden eksik olmayan “drama queen” leri mi; ne ararsanız var.
Şükriye’ye bu yıl yalnızca bir konser verdirmişler; Samsun’da.
Yetimhanede yetişmiş bir isim Şükriye Tutkun. Ağır bir çocukluğun ardından yetenekleri keşfedilmiş. Sonuçta Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Opera Şan bölümünden mezun olmuş. İTÜ Konservatuvarı’nda Türk müziği eğitimi görmüş. Konservatuvarda okuduğu yıllarda değişik zamanlarda TRT Gençlik Korosu, İstanbul Operası Gençlik Korosu, St. Antoine Katolik Kilisesi Korosu'nda soprano olarak görev almış, bir dönem şarkılarıyla Türkiye’yi kasıp kavurmuş, lirik soprano sesiyle kalplerimize işlemiş bir gerçek sanatçı. Çok yönlü yetenekleri var üstelik. Hatırlayan çoktur, bir ara televizyonlarda Pilastip Show yayınlanmıştı. Amerikalıların Muppet Show’unun benzeri. O animede Tansu Çiller’i seslendirmişti muzip tonlamalarıyla. Sonraki yıllarda Şehir Tiyatrosu’nda sahnelenen Sultan Gelin Müzikali'nde başrolde oynadı, TRT’de programlar yaptı.
Sohbet esnasında “Ben sanatçıyım ve sanatımı icra etmek istiyorum. Çok şükür muhtaç değilim ele güne ama bu bana reva mı?” diye isyan ediyor haklı olarak.
Oyunculuk kapasitesi olduğu için dramalarda rol almak istiyor.
Ama kast ajanslarıyla dizi yapımcılarının mafyatik yapılanmasında onun gibiler bir türlü yer bulamıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri’ne kimyasal silah kullandığı iftirasını atan Şebnem Korur Fincancı’ya ödülünü adayan bir yönetmeni Boğaziçi Festivali’nde protesto eden Burak Haktanır’a bile sahip çıkmadı bu kurumlar. O sırada TRT Yönetim Kurulu üyesi olan Hilal Kaplan olmasaydı hiçbir dizide rol verilmeyerek açlığa mahkûm edilecekti Burak Haktanır.
Yani bu ülkede devlete, millete, bayrağa sahip çıkanlar sadece muhalifler değil, bizzat iktidarın kurumları tarafından cezalandırılıyor ve ne yazık ki bunun düzeltilmesi hep Cumhurbaşkanı’ndan bekleniyor. “Aman konforlu alanlarımız bozulmasın” tıynetindeki kurum yöneticileri o kadar sorumsuz ki isyan etmemek elde değil.
Şükriye üzgündü ve ne yapacağını bilemiyordu. Bu sektöre egemen olan muhalif mafya ambargo uyguluyor, iktidara yakın kurumlar ve AK Partili belediyeler de onlardan aşağı kalmıyorlardı.
Ben de “Hata sende” dedim. Şaşırarak “Neden” diye sordu.
Çok basitti.
“Cumhurbaşkanı benim babam yerinde, onu o kadar çok seviyorum demeyecektin. Hem nalına hem mıhına vursaydın, muhalif pozisyon alıp sonra yanaşır gibi yapsaydın senden kıymetlisi olmazdı”
Düşündü, “Belki de haklısın ama beni tanıyorsun. Ben o insan değilim işte” diye cevap verdi ve ekledi “Sen de değilsin” diye. Ne söyleyebilirim ki, ikimiz de birbirimizi tanıyoruz 40 yıldır.
Sevin Gayrı, Gücüm Yetene Kadar, Mihriban, Hastane Önünde İncir Ağacı, Arda Boyları, Adana Yollarında, Uyan Sunam Uyan, Ayrılıklar Bahaneymiş, Yarim İstanbul’u Mesken mi Tuttun, Sen İstedin, Güzel Günler, Yarimi ellere Gelin Etmişler, Boşver be Doktor, Men Baharın Gızıyam, Bostorgay, Neredesin, Atmacayı Vurdular, Bir Fırtına tuttu Bizi ve daha niceleri var şarkıları arasında. Dinlemeye doyulmaz bir ses Şükriye’nin sesi…
Bu satırları yazarken Şükriye’den, sözü ve bestesi Ali Osman Erbaşı’ya ait olan SEN İSTEDİN adlı o şahane eseri dinliyorum.
“Kalpler kırıldı, canlar yakıldı, umut satıldı, sen istedin…”
Kalpleri bu kadar kırmayın, camdandır kalp. Yapıştırılsa bile izleri hep kalır.