Sismik diplomasi mi, sismik bedel mi?

Türkiye’de yaşanan verileri acı ve ağır, millî güç unsurları üzerinde olumsuz etkileri olan deprem, gerilim yaşadığı bazı ülkeler dahil Türkiye’nin uluslararası ilişkilerini etkilemişti. Depremin neden olduğu yardımlaşma, dayanışma ve yumuşama ortamında bunların ilişkilerde olumlu sonuçlar üretebileceği düşünülmüştü.

Ümit ederim böyle şeyler olur. Ancak ülkeler arasında yaşanan güç mücadelesinin, rekabetin ve jeopolitiğin; fırsatçı, sinsi, "çatlakların, boşlukların, zafiyet ve hassasiyetlerin istismar edildiği" acımasız ortamda çok dikkatli olmamız gerektiğinin altını ısrarla çizmek gerektiğini düşünüyorum.  

Depremin millî güç unsurları üzerindeki olumsuz etkilerinin üzerine bir de seçim ve seçimi ne olursa olsun biz kazanalım rekabeti ve taviz verme/koparma ortamı bindi.

Bu parametreler ışığında, deprem ve seçimin neden olduğu hassasiyet ve çatlaklar üreten ortamın nasıl istismar edilebileceğini, bir grup küresel-bölgesel ya da yerel aktörün kendi amaçlarına dair bir zemin oluşturduğunu görmek zorunda olduğumuzu düşünüyorum.

***

Bunlardan biri Yunanistan

Türkiye ile Yunanistan arasında gözle görülür bir yumuşama var.

Depremden hemen sonra Yunanistan’ın yaptığı yardımlar, gönderdiği arama kurtarma personeli, ardından Türkiye’yi ziyaret eden ve deprem bölgesine giden Yunanistan Dışişleri Bakanı Dendias’ın ortaya koyduğu deprem diplomasisi, deprem öncesinde yaşanan gerilimin düşmesine ve daha ılımlı bir ortamın oluşmasına neden oldu.

Türkiye de aynı düşünüyor olmalı ki, Yunanistan’la eşgüdümlü bir yaklaşımı tercih etti.

***

Ancak gözle görülür bu yumuşamaya rağmen, Türkiye ile Yunanistan arasındaki gerilim üreten konularda o günden bugüne hiçbir ilerleme/çözüm kaydedilemedi.

Krizlerin, sorunların, gerilimin dondurulduğu, buzluğa kaldırıldığı bir diplomatik süreçten bahsedebilir miyiz?

Üstünlük sağlayıcı inisiyatiflerde de bir donma durumu olsa belki.

Ama öyle mi?

Bakın Yunanistan’a.

Dendias’ın ılık rüzgarlar estiren diplomasisinin hemen ardından, geçmiş yaklaşımlarda bir değişiklik olmadığına dair ilk sinyaller Türkiye ziyareti sonrasında Yunanistan’a giden ABD Dışişleri Bakanı Blinken ile görüşmelerde kendisini göstermişti. Takip edenler için çok net olarak ortaya konduğu üzere, Yunanistan’ın Ege ve Doğu Akdeniz’deki egemenlik ve enerji alanlarıyla ilgili iddia ve ihtiraslarından vazgeçmediği görüldü.

ABD de Yunanlıları karşılıksız bırakmadı.

***

Bütün bunların ardından mart başında, Yunanistan’da 57 kişinin yaşamını yitirdiği ağır bir tren kazası yaşandı ve bu kez de Türkiye’den Yunanistan’a taziyeler, yanınızdayız mesajları gitti. Bununla birlikte Türkiye bir jest yaparak, tren kazasında yaşamını yitiren Pereialı bir gencin, Türkiye'de uyuşturucu kaçakçılığı yapmaktan hapsedilmiş babasını Yunanistan'a teslim etti. Baba oğlunun cenaze törenine katıldı.

Mart ayının sonlarında ise bırakın Yunanistan’ı, bizim dahi çok şaşırtıcı bulduğumuz bir tebrik süreci yaşandı. Yunanların, 1821’de Osmanlı’ya karşı başlattıkları isyanı simgeleyen "Batı'da Neo-Osmanlıcı olarak tanımlanan" 25 Mart Millî Bayramı'nda, Yunanistan’a Türkiye’den "kavramsal karmaşaya ve tartışmaya açık" kutlama mesajları gitti.

Durumla bağlantılı olarak Yunan medyasında yer alan şöyle de bir bilgi var: "Yunanistan Savunma Bakanlığı'na göre, Ege'de şubat ve mart aylarında Türk askeri uçaklarının Yunan Adaları (!) üzerinde tek bir uçuşu olmadı. Geçen yıl, Türk jetleri ciddi bir egemenlik hakkı ihlali olarak kabul edilen 234 vakada Yunanistan toprakları üzerinde uçmuştu."

***

Bu hafta içinde de Yunanistan’dan Türkiye’ye iki önemli ziyaret gerçekleşecek. Yunanistan Savunma Bakanı Nikos Panagiotopoulos mevkidaşı Hulusi Akar’ın davetlisi olarak bugün Türkiye’ye gelecek. Yunanistan Göç Bakanı Notis Mitarakis da aynı gün içinde İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile birlikte depremden ağır şekilde etkilenen Hatay çevresini ziyaret etmeyi planladıklarını duyurdu.

***

Şimdi cehennemin yolu iyi niyet taşlarıyla döşelidir deyip, geçmişten bir muhakeme ve örneklendirme yapalım: 1999 depremleri sonrasında Yunanistan’la gelişen "sismik ya da deprem diplomasisi" denilen bir süreç vardı. Süreç yaşanan depremlerle birlikte karşılıklı yapılan yardımlar ve yaşanan yumuşama üzerinden gelişmişti.

Başlayan bu sürecin öncesindeki durum da kısaca şöyleydi. Yunanistan’ın terörist başı Öcalan’ın himaye edilmesi, kaçışı ve gizlenmesi üzerinden teröre verdiği destek ayyuka çıkmıştı. Yunanlılar fenersiz yakalanmış, uluslararası hukuk, itibar ve Türkiye'nin yakasına yapışması gibi sorunlarla karşı karşıyaydı.

Yunanistan o gün uyguladığı sismik diplomasi ile:

- Bütün bunlardan kurtulduğu gibi, bundan sonra Türkiye’nin egemenlik alanlarıyla ilgili yapacaklarının zeminini oluşturmuş,

- Yunanistan üzerinden gelişen AB süreci, Yunanistan’ı Türkiye'ye bazen yol gösteren, bazen sözde destek veren, bazen tatmin ve taviz bekleyen, bazen de baskı ve hüküm üreten önemli bir AB üyesi haline getirivermiş,

- Bütün Doğu Akdeniz jeopolitiğini ve kaynaklarını etkileyecek şekilde Güney Kıbrıs Rum Kesimi ve KKTC işgal edilmiş topraklar olarak adanın tek temsilcisi olarak AB’ye alınmış,

- AB’ye girme süreci yaşayan diğer hiçbir ülkeye uygulanmadığı şekilde Türkiye’ye kriterler dayatılmış,

- Yunanistan, Ege ve Kıbrıs’la ilgili taleplerini Türkiye’nin AB’ye giriş kriterlerine dönüştürmüş,

- Annan Planı süreci yaşanmış,

- Ve nihayet artık bugün AB ve ABD’nin desteğindeki Yunanistan’ın oldubittileri savaş riski üreten bir gerçekliğe dönüşmüştü.

Şimdi soralım: Depremle gelişen yumuşama süreci ya da sismik diplomasi Yunanistan’a kazandığı mevzileri korumak bir yana yeni mevziler kazanabileceği, avantajlar, inisiyatifler üretebileceği bir sürece hatta yeni bir AB-Türkiye sürecine dönüştürülür mü? O zaman Doğu Akdeniz’deki hak paylaşımı, jeopolitiği, Kıbrıs, Kıbrıs’ta iki devletli çözüm, Ege'deki uluslararası hukuk ve egemenlik ihlalleri, MEB ve Libya meselelerin akıbeti ne olur?

Jeopolitik ve stratejik inisiyatifler AB, ABD ve Yunanistan lehine gelişmez mi?