Türkiye'nin NATO'ya girmesi bir tercih mi yoksa mecburiyet miydi?

Türkiye NATO ilişkilerinin yoğun şekilde konuşulduğu bu günlerde, Türkiye’nin NATO üyeliğinin nasıl gerçekleştiğini hatırlatmakta fayda vardır.

SOVYET RUSYA’NIN TALEP VE TEHDİTLERİ

II. Dünya Savaşı’nın bitimine yedi hafta kala 19 Mart 1945 tarihinde Sovyet Rusya, Türkiye ile 1925 yılında imzaladığı Dostluk Antlaşması’nın uzatılmayacağını bir nota ile bildirince, Türkiye Sovyetler Birliği’nin tehdidi ile karşı karşıya kaldığını anlamış, Türkiye’nin endişe ve güvenlik kaygıları artmıştı.

SSCB’nin bu notasına karşılık 4 Nisan 1945’te Türkiye, 1925 yılında yapılan Dostluk Antlaşmasını gözden geçirmeye hazır olduğunu bir nota ile SSCB’ye bildirmişti.

7 Haziran 1945 tarihinde SSCB Dışişleri Bakanı MOLOTOV, “Kars ve Ardahan'ın SSCB'ye verilmesi ve Boğazlar bölgesinde SSCB'nin kara ve deniz üssü sahip olması” gibi taleplerini Türkiye'nin Moskova Büyükelçisi Selim SARPER'e Moskova’da bildirmiştir. Büyükelçi SARPER bu talepleri Ankara’ya bildirme gereği dahi duymadan hemen reddetmişti [1].

18 Haziran 1945 tarihinde Türkiye ile SSCB arasında görüşmeler yeniden başlamış fakat sonuçsuz kalmıştı.

17 Temmuz-2 Ağustos 1945 tarihleri arasında yapılan Postdam Konferansı'nda, Rusya’nın bu talepleri ABD, İngiltere ve SSCB arasında görüşülmüştür. Bu görüşmeler esnasında SSCB lideri Stalin tarafından Montrö'nün fesih edilmesi ve yeni bir Boğazlar rejiminin tesis edilmesinin yanı sıra Kars ve Ardahan’ın kendilerine verilmesi taleplerini gündeme getirmişti.

İngiltere Başbakanı Churchill, Stalin’in bu taleplerine karşı çıkmıştı.

ABD Başkanı Truman ise Stalin’in bu taleplerine ilişkin olarak; “ABD Montrö’nün değiştirilmesine taraftardır, Boğazlar üç büyük güç tarafından güvenliği garanti edilen tüm dünya seyrüseferine açık su yolları olmalıdır, tüm dünyada boğazlar dahil iç sularda seyrüsefer serbestisinin gerektiği kanaatini taşıyorum” demişti.

Truman, Stalin’in Türkiye’den toprak isteklerine yeşil ışık yakarak düşüncesini, “Toprak sorunu Türkiye ile Rusya arasında çözülecek bir meseledir” şeklinde ifade etmişti. Truman’ın bu sözleri, Stalin’in Türkiye’ye yönelik toprak taleplerinde serbest bırakılması anlamına geliyordu.

Sovyetler Birliği, II. Dünya Savaşı'ndan, Stalin'in ölümüne kadar olan süreç içerisinde Türkiye'ye olan baskısına devam etmiştir. 

1945-1948 tarihlerini kapsayan süreç içerisinde Türkiye, SSCB yayılmacılığının bir kurbanı olma endişesi içerisinde Batı dünyasının güvenlik şemsiyesi altına girmeye çalışıyordu.

1946’DAN İTİBAREN SSCB’NİN RESMEN NOTA İLE TÜRKİYE’YE BİLDİRDİĞİ TOPRAK TALEPLERİ

1946 yılında SSCB toprak talebi ve Boğazlara yönelik taleplerini artık açıkça bildirmeye başlamıştı. 08 Ağustos ve 24 Eylül 1946’da SSCB bu taleplerini resmen Türkiye’ye nota ile bildirmişti.

12 Mart 1947 tarihinde Türkiye, Truman Doktrini çerçevesinde yapılan yardımlardan faydalanmaya başlamıştı.

4 Nisan 1948 tarihinde Türkiye, ABD’nin Marshall Yardımı kapsamına dâhil edilmiştir. Türkiye’ye toplam 351.700.000 dolarlık bir yardım yapılmış, Türkiye söz konusu bu yardımı II. Dünya Savaşı’nın ardından küresel ekonomik krizin bir parçası olarak düştüğü süreci toparlamak ve yükselen SSCB tehdidine karşı kullanmıştı.

NATO’YA GİRME HEM CHP HEM DE DEMOKRAT PARTİ HÜKÜMETLERİNİN HEDEFİYDİ

Küresel arenada yükselen SSCB yayılmacılığına karşın ABD ve Batı ülkeleri Atlantik bölgesini kapsayan askerî bir ittifak meydana getirme kararı almışlar ve 4 Nisan 1949’da toplam 12 ülke ile NATO’yu kurmuşlardı. Türkiye yine yalnız bırakılmış ve güvenlik paktının dışında tutulmuştu.

Türkiye ve Yunanistan NATO’ya kuruluşundan itibaren girmek istemiş ancak her iki ülkenin de Atlantik bölgesi dışında olduğu bahanesi ile talepleri reddedilmişti.

11 Mayıs 1950’de CHP iktidarı zamanında Türkiye, NATO’ya ilk resmi müracaatını yapmıştır. Fakat bu talep özelikle Norveç ve Danimarka’nın öne sürdüğü, “Türkiye’nin hem Atlantik bölgesinin dışında olması hem de SSCB’nin Türkiye’ye müdahalesi durumunda kendilerinin de savaşa girme riski teşkil etmesi” gerekçesi ile reddedilmişti.

01 Ağustos 1950 tarihinde DP iktidarında, Türkiye’nin NATO’ya girmek için yaptığı II. Başvuru da benzer bahaneler gerekçe gösterilerek yine reddedilmişti.

NATO’YA GİRİŞİMİZE ÖZELLİKLE KARŞI ÇIKAN İSKANDİNAV ÜLKELERİ; NORVEÇ VE DANİMARKA

NATO’nun İskandinavyalı üyeleri olan Norveç ve Danimarka antlaşmanın alanı genişletilirse kendi çıkarları dışında kalan Akdeniz bölgesinin korunması için savaşa girmek istemiyorlardı.

Bu devletler ayrıca NATO’nun bir savunma ittifakı olmasının yanı sıra, siyasi, kültürel ve sosyal açıdan birbirine benzeyen ülkelerin bir araya gelmesiyle oluştuğunu savunarak Türkiye ve Yunanistan’ın bu özellikleri taşımadığı için pakta alınmasına karşı çıkıyorlardı.

(Şimdi aynı gerekçe Türkiye ve Yunanistan tarafından İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girişi için öne sürülse ne olur acaba?)

NATO’YA GİRİŞ İÇİN ANAHTAR; KORE SAVAŞI

1950 yılı içerisinde meydana gelen Kore Savaşı, Türkiye’nin NATO’ya üyelik süreci açısından bir kırılma noktası olmuştu.

25 Haziran 1950 tarihinde Kuzey Kore’nin 38. enlemi aşarak Güney Kore’yi işgal hareketine başlaması ABD’yi harekete geçirmiş ve ABD Başkanı Truman bu işgal hareketini bir SSCB-Çin iş birliği olarak gördüğünü belirtmiştir. Yaşanan bu gelişmelerin ardından ABD Birleşmiş Milletler'e başvurarak, Güney Kore’ye yardım edilmesine dair bir önerge vermiş ve bu önerge kabul edilmişti.

Türkiye, Birleşmiş Milletler’in Güney Kore’ye yardım çağrılarına 25 Temmuz 1950 tarihinde olumlu cevap veren ikinci ülke olmuştur.

BM Komutasında olmak üzere 4 bin 500 kişilik bir Türk Kuvveti, Güney Kore’ye gönderilmiştir. Savaşın başından 1953 yılında sona ermesine kadar toplam 14 bin 939 Türk askeri Kore’deki Birleşmiş Milletler ordularında görev yapmıştı.

Kore Savaşı Türk şehitleri sayısı 722’dir. Şehit sayısına kaybolanlar, yaralananlar ve esir alınanlar da eklendiğinde, Türk ordusu zayiat oranı bakımından Amerika Birleşik Devletleri’nin ardından ikinci sırada yer almıştı.

Özellikle Kore Savaşı boyunca Türk Ordusu’nun gösterdiği olağan üstü cesaret ve feragat, askerî harekât yeteneği ve disiplin anlayışı başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerini çok etkilemişti. Bu etki neticesinde NATO üyesi devletlerin tamamına yakını Türkiye’nin NATO’ya dâhil olmasının NATO’ya ciddi katkı sunacağını anlamıştı.  

Nihayetinde 15 Mayıs 1951 tarihinde ise ABD, Yunanistan ve Türkiye’nin NATO’ya alınması önerisini resmen üye ülkelere bildirmişti. Böylece Türkiye ve Yunanistan’ın üyelik sürecini başlatan ilk adım atılmıştı.

NATO Bakanlar Konseyi’nin, 16-20 Eylül 1951 tarihleri arasında Ottowa’da yaptığı toplantının sonunda Yunanistan ile Türkiye’nin NATO’ya üye olarak çağrılmalarına oy birliği ile karar verilmişti.

SSCB’NİN TÜRKİYE’NİN NATO ÜYELİĞİNE KARŞI ÇIKIŞI VE TEHDİTLERİ

NATO'nun Türkiye ve Yunanistan'ı NATO’ya davet etmesi üzerine, 03 Kasım 1951’de, Sovyetler'in Ankara Büyükelçisi Lavricev, Dışişleri Bakanlığı'na bir nota vererek, “Türkiye'nin NATO'ya girmekle arazisini NATO'nun saldırgan emellerine tahsis ettiğini, bunun sorumluluğunun da Türk Hükümeti'ne ait olacağını” bildirmişti.

Bu notanın arkasından Türkiye'nin NATO'ya girmesini önlemek amacı ile üç nota daha Sovyetler Birliği tarafından Türkiye'ye verilmiştir. Ancak tüm teşebbüslerine rağmen Sovyetler Birliği Türkiye'nin NATO'ya girmesini engelleyememişti.

18 Şubat 1952 tarihinde Türkiye’nin NATO’ya girmesine ilişkin kanun TBMM’de oylamaya sunulmuş ve oylamaya katılan 410 vekilin 409’unun evet oyuyla neticelenmiştir. Oylamada çekimser oyu Seyhan Bağımsız Milletvekili olan Cezmi Türk kullanmıştı.

19 Şubat 1952 tarihinde ise Türkiye resmen NATO üyesi olmuştu.

Stalin de SSCB Komünist Partisi'nin 19. Kongresi'nde, "NATO'yu kuranları da, katılanları da, Çar'ı mahvettiğimiz gibi perişan edeceğiz”  diyerek, Türkiye'ye ve diğer NATO üyelerine gözdağı vermek istemişti.

TÜRKİYE’NİN NATO ÜYELİĞİ VE STALİN SONRASI DÜZELİP GELİŞEN SOVYET RUSYA- TÜRKİYE İLİŞKİLERİ

5 Mart 1953'te Stalin'in ölmesi, Nikita KRUŞÇEV’in Başkan olması Sovyetler Birliği'nin izlemiş olduğu dış politikada değişikliklere neden olmuştur.

Stalin'in yerine iktidara gelen Kruşcev, “Barış içerisinde bir arada yaşama” sloganı ile Stalin'in lakabı gibi (çelik) sert ve totaliter olan yönetim anlayışını daha fazla devam ettirmemişti.

Sovyet yönetimindeki bu yumuşama, etkisini Türk-Sovyet ilişkilerinde de göstermiş, 30 Mayıs 1953'te Molotov, “Türkiye'ye yönelik toprak talebi ve Boğazlara yönelik isteklerinden vazgeçtiklerini” ilan etmiştir.

Türkiye’nin NATO üyeliği sonrasında Kruşçev Hükümeti'nin dış politika anlayışı nedeniyle SSCB ile ilişkiler düzelmiş ve SSCB bir NATO kanat üyesi olan Türkiye’nin demir çelik fabrikaları başta olmak üzere birçok ağır sanayi tesisinin yapılmasında etkin rol oynamıştır.

TÜRKİYE’NİN NATO ÜYELİĞİ TÜRKİYE’Yİ; HEM NATO’YA HEM ABD’YE HEM DE RUSYA’YA KARŞI DA KORUYOR

Sonuç olarak Türkiye bir tercih neticesi olarak değil, mecburiyet neticesinde bin bir zorlukla NATO’ya girmiştir.

Çok zor şartlar altında, tehditlerden kaynaklanan güvenlik ihtiyaçları nedeniyle büyük fedakârlıklarla NATO’ya giren Türkiye, bugün (bir önceki yazımızda belirttiğimiz) NATO’dan çıkarılma söylemleri ile karşı karşıyadır.

Hangi senaryoyla mı? Türkiye NATO’dan çıkarsa ne olur? Onu da sonra anlatalım.

Ama bilinmelidir ki; TÜRKİYE’NİN NATO ÜYELİĞİ TÜRKİYE’Yİ; HEM NATO’YA HEM ABD’YE HEM DE RUSYA’YA KARŞI DA KORUYOR.

Türkiye’nin Rusya gözündeki kıymeti de NATO’dan kaynaklanıyor.

Bugün Türkiye NATO üyesi olmasaydı İsveç ve Finlandiya çoktan NATO üyesi olmuşlardı….

Allah, Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve Türk Milletini sonsuza dek korusun!