Aynı evde farklı dünyalara uyanmak

 Aynı dili konuşmak, aynı yemeği sevmek, aynı diziyi izlemek yetmiyor bazen. İki gönül bir olunca samanlığın seyran olmadığını sevgiliyken elbette anlayamıyoruz ama gerçekler evlilikle birlikte tokat gibi yüzümüze çarpıyor. Kültür dediğimiz şey sadece nereli olduğumuz değil; nasıl büyüdüğümüz, neye sinirlendiğimiz, sevgiyi nasıl gösterdiğimiz, susmayı nasıl öğrendiğimiz aslında. Aynı evde yaşamadan bazı şeyleri anlamıyor insan.

 Karşılıklı fedakarlıklarla çözeriz dediğimiz şeyler bazen öyle noktalara geliyor ki olay fedakârlık yarışına dönüyor. Ve evliliğin içine yavaş yavaş iki farklı geçmiş sızıyor. Sevgi varsa çözülür mü? Belki. Ama bazen sevgi bile yetmiyor.

 Çünkü sen gerçekten her ne kadar aşıkken bunu kabul etmesek de sadece eşinle değil onun ailesiyle de kültürüyle de evleniyorsun. Yemek alışkanlığından bayram ritüeline, çocuk yetiştirme stilinden misafir ağırlama anlayışına kadar her şey bir çarpışma alanına dönüşebiliyor. Ve eğer iki taraf da ‘Benimki daha doğru’ diyorsa, orada ortak bir yol değil, soğuk bir savaş başlıyor. Belki de evlilik sadece aynı hayatı değil, aynı esnekliği paylaşabilmektir. Aynı masaya oturmak değil mesele, birbirinin tabaklarına da saygı gösterebilmektir.