Bir dakika! Kimin parası kime veriliyor?

Günlerdir Kızılay hakkında yazıp çiziyorum, herkes yazıyor.

Kurumu savunuyoruz, sırtlanlara yem olmasın istiyoruz.

Çünkü KIZILAY hepimizin…

Dünkü yazımda Kızılay Başkanı Kerem Kınık ile yaptığım görüşmeyi bu sütunlardan paylaştım.

Kendisine “Depodaki 2 bin 50 çadırı neden Ahbap’a sattınız” diye sormuştum ve o da şöyle yanıtlamıştı:

“Bu 2 bin 50 çadır da uluslararası kuruluşa gidecekken sevkiyatı durdurduk ve zaten deprem bölgesine göndermek üzere planladık. Tam o sırada Ahbap tarafından sipariş gelmiş. Yetkililerimiz de bölgeye gönderileceği için 'Ha biz götürmüşüz, ha onlar' düşüncesiyle onlara vermişler. Maliyetinden satış yapıldı. Satıştan elde edilen parayla da tekrar hammadde alınıyor doğal olarak ve çadır üretimine devam ediliyor.”

Gayet makul değil mi?

Ama dün akşam bir baktım, CNN Türk’te Ahmet Hakan Coşkun’un programına çıkmış, “Parayı geri vermeyi düşünüyor musunuz” sorusuna “Düşünebiliriz” diye cevap veriyor.

Bir dakika Kerem Bey!

Kimin parası kime veriliyor?

Biliyorum zarif ve nazik bir insansınız.

Sizinle sürekli yazışıyoruz. Telefonlarıma çıkıyor, mesajlarıma cevap veriyorsunuz ve açıklama yapıyorsunuz ama bana söylediğinizle dün akşam söylediğiniz birbiriyle çelişiyor.

AHBAP AZ YESİN DE KENDİ ÇADIRINI ÜRETSİN

Kusura bakmayın, o 45 milyon lira millete, afetzedelere ait Kerem Bey… 3 bin çadır daha üretilecek o parayla, siz söylediniz. Çünkü işin devamlılığı milletin, afetzedenin yararına.

Politik olarak tercih edilen Ahbap ise yüz milyonlarca, hatta milyarlarca bağış toplayan bir dernek. Aldığı çadırların parası olan 45 milyon lirayı tabii ki verecek. Siz bana “Onlar almasaydı biz zaten yurt dışına sevkiyatı durdurmuştuk ve o çadırları deprem bölgesine gönderecektik” demediniz mi? Dediniz. Üstelik üzerine kâr koymamışsınız. Kızılay’da ve şirketlerinde çalışan insanlar taş mı yiyor? Size para havadan mı yağıyor? Ne zorluklarla çalıştığınız ortada. Ahbap az yesin de kendi çadırını üretsin o zaman. Ahbap Su diye bir şirket kurup bağışçılara çatır çatır satmasını biliyorlar.

KIZILAY HİLÂL-İ AHMER DEĞİL!

Yukarıdaki cümlenin bir sebebi var. Kızılay tabii ki köken itibariyle Hilâl-i Ahmer. Çünkü kuruluşu 1968’lere dayanıyor. İlk adı Osmanlı Yaralı ve Hasta Askerlere Yardım Cemiyeti, daha sonra Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti oluyor. 1923’te Türkiye Hilâl-i Ahmer Cemiyeti adını alıyor.

Bizim nesle yakın olanlar bilirler. Sürekli bedavacılık yapan, onun bunun parasını tırtıklayanları, yine bir şey istediğinde “Beni Hilâl-i Ahmer mi belledin oolum, ne bu” diye terslerdik.

Evet, Kızılay mecaz manada Hilâl-i Ahmer değil.

Eski hukukumun da olduğu bir üst düzey hükümet yetkilisiyle bu yazıdan önce biraz konuştum. Onlar da durumdan ve tartışmalardan o kadar bıkkın ve bezmişler ki… Bana da hatta “Eskiler bir kelime kullanır, müstenkif diye. Belki de bu konuda artık müstenkif (çekimser) kalmak en iyisi. Burada öyle bir mücadelenin içindeyiz ki söylenen ve yapılanların amacını biliyoruz ama yine de önümüze bakıyoruz” dedi.

Bu sohbet üzerine “Ben de meseleye nokta koyayım” diye düşündüm ama birden, dün uzun olacak diye yazamadığım mesele aklıma geldi.

Artık bu ülkenin kurumlarını sistematik biçimde yıpratmak için düğmeye basıldığını gösteren tipik bir örnek.

FATİH PORTAKAL’IN KAN DEĞERLERİ

Yine Amerikan malı televizyonun eski mamûlü Fatih Portakal sosyal medya hesabından “Kızılay sadece çadırları değil kanları da hastanelere satıyor” diye yazmış.

Kerem Kınık da sert biçimde cevaplamış:

“Bu Ulusal Kan Güvenliğini tehlikeye atacak sorumsuz ve temelsiz bir itham. Lütfen hemen tashih edin ve sorumlu bir gazeteci gibi davranın. Kan ticarete konu edilemez. Kan Bankacılığının maliyetini SGK Kızılay’a ödenmek üzere ilgili hastaneye öder.’’

Yani hiçbir hasta kan parası ödemez.

Gazeteciyim diye geçinen bir insan, bu satırları yazmadan önce kan bağışlarının toplandığı kan bankacılığı nasıl yürütülür, maliyeti nedir diye araştırır. Ama asıl meslekleri gazetecilik olmadığından anlıyoruz onları.

AFEREZ, TROMBOSİT, ERİTROSİT VE PLAZMA NEDİR?

Örneğin AFEREZ denen yöntemin ne olduğunu, Trombosit, Eritrosit ve Plazma nedir öğrenirdi.

Aferez, kan hastalıklarının tedavisinde kullanılan bir yöntem. Zehirlenmelerden MS hastalığına, lösemi ve lenfomadan karaciğer yetmezliğine ve viral hastalıklara kadar pek çok hastalığın tedavisinde kullanılıyor. İşlem sırasında hastanın kendisinden veya donörden alınan kan temizlenerek bileşenlerine ayrılmakta ve istenen bileşen alındıktan sonra kalan kan hastaya ya da donöre geri verilmekte.

Bu bileşenler Eritrosit Süspansiyonu (alyuvarlar), Trombosit Süspansiyonu (kan pulcukları) ve Plazma (kanın birçok proteinini içeren sıvı kısmı).

Hepsi kan merkezlerinde yapılmakta. Trombosit dışında olanlar uzun süre saklanabilmekte. Elde edilen sonuçlar, hastaların iyileşmesine hayati bir katkı sağlamakta.

AYNI MERKEZDEN YÖNLENDİRİLEN SOSYAL MEDYA KANSIZLARI

Bunları ikinci kez yazdığım üzere, kayınpederimin lösemi tedavisi nedeniyle yakından öğrenme fırsatı buldum.

Binlerce insan çalıştırılacak, yüksek maliyetli laboratuvarlar kurulacak, muazzam bir iş çıkarılacak ama birileri sizi itibarsızlaştırmak için iftira üstüne iftira atacak. Sonra sosyal medyadaki kansızlar kampanya başlatacak. O hemşire, ambülans şoförü, laboratuvar görevlisi, temizlik işçisi, doktor, araştırmacı, biyolog, kimyager ve diğerleri… Binlerce insan maaş almadan çalışmıyor. O binalara kira ödeniyor.

Aynı merkezden yönlendirilen bu saldırıların sebebini biliyoruz.

Yine belirteyim.

Hükümetin canını dişine takarak asrın felaketi olarak nitelenen depremin üstesinden gelebilecek olması hepsinin rüyalarına giriyor.

Korkudan ödleri patlıyor.

Korktukları yine başlarına gelecek.