İmamoğlu Başkanlığa bir adım daha yaklaştı

Hangi başkanlık olduğunu sanırım sormayacaksınız.

CHP Genel Başkanlığı’ndan söz ettiğimi beni izleyenler bilirler. İki aya yakın zamandır söylüyorum bunu.

Anahtar İstanbul İl Kongresi’ydi ve bu kongreyi kazanan CHP’nin kapısını açabilecekti.

Ekrem İmamoğlu’nun önünde İKİ SEÇENEK var. Her iki seçeneğin alt başlıklarını ve handikaplarını değerlendirmeye devam etmekte.

Öncelikle iki aydır söylediğim seçeneği hatırlatayım.

İmamoğlu’nun, hadi kibarlık yapalım, emanetçi aday olarak öne çıkardığı Özgür Özel, önceki gün yapılan kongreyle CHP yeni İstanbul İl Başkanı seçilen Özgür Çelik’in blok listesine oy veren 190 delegeyi arkasına aldı. Anadolu’dan kazandıkları delegeler dikkate alınırsa yabana atılmayacak bir oy potansiyeli. 

EKREM İMAMOĞLU’NUN İLK SEÇENEĞİ VE OLASILIK HESABI

CHP’nin doğal delegelerle birlikte toplam 1300 civarı delegesi var.

İmamoğlu, 4 Kasım’da başlayacak CHP Kurultayı’ndan önce Özgür Özel’e verilecek oyların sayısının 600 ya da 650’yi geçtiğini tespit ettiği anda emanetçisine “Kenara çekil” diyecek ve CHP Genel Başkanlığı'na aday olacak. Malum kendisi de şu anda Özgür Çelik'in listesinden seçilerek kurultay delegesi de oldu. Arkasına alacağı rüzgârla ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun gönderilmesi ihtimalini hasretle bekleyen delegelerin de desteğiyle CHP Genel Başkanlığı koltuğuna oturabilir.

Ekrem İmamoğlu’nu bu seçeneği uygulamaktan alıkoyabilecek tek sıkıntısı CHP Genel Başkanı olursa İBB’yi AK Partili bir isme teslim edecek olması.  CHP Genel Başkanlığı, İmamoğlu için aynı zamanda KAÇIŞ NOKTASI, çünkü İstanbul’da aday olursa kazanabileceğine kendi de hiç ihtimal vermiyor. Özgür Özel CHP Genel Başkanı olsa bile, İBB’yi kaybetmesi durumunda 31 Mart sonrası kendisine olağanüstü kurultayla koltuğunu teslim etmesi zorlaşabilir. Çünkü İBB’yi kaybeden birinin Cumhurbaşkanlığı seçimine giden süreçte bir kredibilitesinin kalmayacağı ortada.

CHP GENEL BAŞKANI OLURSA NEYLE SUÇLANACAK?

İmamoğlu işte bu nedenle 4-5 Kasım tarihindeki kurultayda CHP genel başkanı olmaya odaklanmış durumda. Üstelik CHP’nin başına geçtiğinde, İBB’yi kaybettirmekle suçlanmamak için elinde kozları da var. Ekrem İmamoğlu’nun başkanı olduğu bir CHP ile İYİ Parti ve Yeşil Sol Parti'nin (DHP) nasıl sıkı bir ittifak içinde olacağını görmemek için kör olmak gerekir. İmamoğlu, kendisini “İBB’yi AK Partililere teslim ettin” diyecek CHP tabanını “Yalnızca 3-4 ay sabredin, İBB bizim olacak” diyerek seçimleri ancak bu ittifakın kazanacağına ikna edecektir. Zaten HDP ile İYİ Parti’nin 81 ilde ayrı aday çıkaracağız yaygarasının temelinde de CHP’nin başında artık Kemal Kılıçdaroğlu’nu görmek istememeleri yatıyor. Bakmayın siz Meral Akşener’in İmamoğlu ile Mansur Yavaş’la kayıkçı kavgasına. Hepsi hikâye.

İKİNCİ SEÇENEK İBB BAŞKANLIĞI VE ARDINDAN CHP OLAĞANÜSTÜ KURULTAYI

Ekrem İmamoğlu için ikinci seçenek İstanbul Belediye Başkanlığı’na aday olup yeniden meclis çoğunluğunu da ele geçirerek İBB Başkanlığı'nı kazanmak olacak.

Özgür Özel CHP Genel Başkanı olursa işi kolaylaşır. İYİ Parti ve HDP düşük profilli adaylar gösterir ve eli rahatlar. Üstelik yeni İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik ile uyumlu çalışacaktır. Ama Kemal Kılıçdaroğlu Genel Başkanlığı yeniden alırsa işi zor. Aslında CHP’de yaşanan seçim yenilgisi travması olmasaydı da zordu. Başarısız bir belediyecilik, hizmette sınıfta kalması da üzerine eklenecek ve seçimi açık bir farkla kaybedecek. Ekrem İmamoğlu’nun asıl korkusu bu işte.

Şimdi rüyalarına giren Kemal Kılıçdaroğlu’nun kazanma olasılığını bertaraf edebilmek için İstanbul dışındaki tüm delegeleri etkileyebilecek çalışmalarına hız vermiş bulunuyor İmamoğlu.

Birinci raunt İmamoğlu’nun lehine bitti.

Final maçı kıran kırana geçecek.

CEM YILMAZ'IN YENİ FİLMİ; BEĞENDİNİZ Mİ?

“Ya sen beğendin mi?” diye soranlara cevabım aşağıda.

Ama önce bir noktanın altını çizmek isterim.

Adı “Unutulmaz bir gece- Not disturb (Rahatsız etmeyin)” olan filmin senaristi, yönetmeni ve başrol oyuncusu Cem Yılmaz, gösterime girer girmez sosyal medyada paylaşımda bulunmuş “İlk intiba önemlidir” diye.

Altında yüzlerce yorum var.

Şunu gördüm.

Sanatçıların, bazıları hakikaten saçma sapan siyasi paylaşımlarla ülkemizdeki kutuplaşmanın ateşine odun atmalarının yansımaları vardı o yorumlarda.

Birileri çok beğenmiş, birileri de b.ktan bulmuş, "zaman kaybı" diyor.

Sanatçı siyasi duruşunu bu denli keskin çizgilerle ortaya koyunca, ortaya koyduğu her eser de siyasi referanslı değerlendirmelerin, eleştirilerin hedefi haline gelebiliyor.

Ben filmi Netflix’de gösterime girdiği ilk gün izledim. Bilmiyorum neden acele ettiğimi. Daha önce tahammül edemediğim Karakomik serilerinden sonra adeta tövbe etmiştim Cem Yılmaz filmlerine.

Neyse, sonuçta filmi izledim ve çok beğendim.

Cem Yılmaz gerçek bir sinema yapıtı ortaya koymuş. Senaryosuyla, oyunculuklarla, mizahıyla ve hüznüyle insana dair her cümlede yeni hikâyeler anlatmış adeta. Filmde abartılı gibi görünebilecek tiplemeler o kadar sıradandı ve aktörleri oyunculuklarıyla onları o denli sahici kılmışlardı ki izlerken “Tamam, ben bu adamı ya da bu kadını bir yerden tanıyorum” diyorsun.

Cem Yılmaz’ın Ayzek Metin olarak replikleri ve hatta tiratlarına hayran kaldım. Günümüz sosyal medyasından edinilen “kültür” ün tüm izlerini, oradan buradan apartılmış kelimelerin izlerini o cümlelerin içinde görebilmek mümkün. Ayzek’in otelde çalışan kıza, “Olmaz ki sorunu bana projekte ediyorsun” tarzında konuşması gibi. Ayzek böyle konuştuğunda hiç de bize yabancı gelmiyor çünkü o etrafındaki şizofrenik halesiyle bize günümüzün “cahil” ama zekice ortaya koyduğu hayat çözümlemeleri ve hazırcevaplığıyla tanıdık bir vatandaş siması sunuyor.

Tüm oyunculuklar şahaneydi. Ama “bir tık” farkla Bülent Şakrak’la Özge Özberk’in oyunculuğuna bittim desem yeri. Hele Özge Özberk’in kendini başkalaştırabilme yeteneğine hayran kaldım. Yoksa diğer tüm oyuncular, Cem Yılmaz dâhil mükemmel.

Konu da çok farklı. Psikolojik rahatsızlığı olan Ayzek’in ilacını alamadığında halüsinasyonlarla çaresizce çırpınışı çok dramatikti.

Üstünde pek durmasam da tek takıldığım nokta bir sinema filmi olmasına karşın teatral bir atmosferinin olmasıydı.

Otelde yalnızca iki kişinin kalıyor oluşu ise bir başka handikaptı.

Yanlış anlaşılmasın, tek odada geçen filmleri de izledim ben ve gerilimi iyi ayarlandığında bal gibi sinema filmidir onlar da ama bu filmde mekân çok geniş. Otel, sokak, dönerci, eczane…

Face to face dışında tiyatro sevmeyen biri olmamdır belki de takılmamın sebebi. Sinemayı sinema yapan unsurları hep dört dörtlük görmek istiyor insan haliyle.

Neyse, diyaloglar zekice yazılmıştı ve ince mizahıyla beni sık sık gülümsetti ve yönetim de iyiydi. Tekrar Özge Özberk’e dönersek, eczacı kadın karakterine bayıldım. Özge Özberk’i neredeyse tanımayacaktım. Bir insan bu kadar mı doğal yaşlandırılır. Saç modeli, gözlükleri ve yarattığı tip muhteşemdi. Eczacılar Odası'ndan bir tepki gelmez umarım.

Hiç kimse kızmasın bana.

İyi bir sinema izleyicisiyim ve sinemayı sanat yapan nedir az çok bilirim.

Bu film sinema sanatının iyi örnekleri arasında yerini alacak bana göre.

Sinemada siyaset olabilir. Hatta politik sinemayı da severim, hiç karşı değilşm ama tek şartım var; sanat değeri taşıması. Propaganda yapan didaktik filmleri elimin tersiyle bir kenara itiyorum. Sanat söz konusuysa terör ve terörist propagandası olamaz. Sırf siyaseten doğruculuk yapıp sansür diyenleri kendi soytarılıklarıyla baş başa bırakıyorum.

Filme dönelim yeniden.

Bu film, bana göre Cem Yılmaz’ın Hokkabaz ve Pek Yakında’dan sonra en beğendiğim filmi. Cem Yılmaz’ı Av Zamanı ve İftarlık Gazoz filmlerinde de oyuncu olarak çok beğendiğimi belirteyim. Gora mora filan bana göre değil, kimse kusura bakmasın. Beğenenlere saygı duyarım ama gerçek bu.