Kişisel tarihini sev

Yemeyip yedirdiğin, giymeyip giydirdiğin, nar tanesi, nur tanesi, anacığının bir tanesi bebeğini hevesle süslüyorsun.

Bir hafta sonra olmayacak, o karpuz kollu elbiseyi, o ponçikli ayakkabıyı, kocanın veresiye veren esnaf bakışları pahasına alıyorsun. Öpüp koklayıp bin bir hevesle tombiğine giydiriyorsun.

Sonra bir gün, kader bu ya; alamaz oluyorsun o ponçikli ayakkabıları.

Hatta odun alamadığından 20 gündür yıkayamadığın bebeğini, sonunda evdeki yün yatağı yakarak suyla buluşturabiliyorsun.

Günden güne süzülen o tombik bebeği de alıp memleketin yolunu tutuyorsun.

Ayağında ayakkabısı bile olmadığını gören dede, bakkala gidip hemen bir lastik ayakkabı kapıyor, ayağına giydiriveriyor bebeğin.

Yıllar sonra o ayakkabı, o bebeğin önünde duruyor şimdi. Büyüyen ayaklarıymış, bugün anladı.

Ben kişisel tarihimi bir övünç nişanı gibi başımın üstünde taşıyorum.

Çünkü ne yöne gideceğimi bulmak için, geldiğim yolu takip ediyorum...