Kurucu baba

Bir siyaset bilimi literatürü olan kurucu baba, belirli bir ideolojiyi, hareketi kuran, kendinden sonraki nesillere de bu sistemi miras bırakan kişiye denir. Liberal ekonominin kurucu babası Adam Smith, sosyalizmin Karl Marx, sosyolojinin kurucu babasını da İbn Haldun olarak tanımlayabiliriz. 

Buna göre kurucu baba ulus kahramanı, şef, lider, önder, gibi kavramlardan farklıdır. Yine siyaset bilimi doktrininde kurucu baba; sıra dışı, üstün bir şahsiyet olmalı, oluşturduğu yeni düzen bütüncül ve radikal olmalı ve onun ölümüyle bitmeyen, sonraki nesillerce takip edilen, takdir edilen ve yaygınlaşmış kurumsal bir yapı, düşünsel ve hukukî bir miras olmalıdır. 

İlk olarak Amerika’nın kuruluşunda bahsedilen kurucu baba kavramını, ülkemize uyarladığımız da her halde herkesin aklına gelen tek bir isimdir; Gazi Mustafa Kemal Atatürk.

Mustafa Kemal Atatürk, ileri görüşlülüğü, keskin zekâsı, kurduğu siyasal düzenle kendinden sonraki nesillere zengin bir miras bırakmıştır. Ancak Gazi’nin kurduğu demokratik düzen, maalesef ki onun adını kullanan ve onun yolunu takip ettiğini iddia edenler tarafından sekteye uğratılmıştır. 1960 darbesi, 1971 muhtırası, 1980 darbesi, 28 Şubat post-modern darbesi ve son olarak da 15 Temmuz hain darbe girişimi. Hepsinin ortak özelliği ülkemizin kurucu babası Mustafa Kemal Atatürk’ün adını kullanıp, onun bıraktığı mirasa tahrifat bırakmak, yaralamaktır.

Son olarak 1980 darbesi sonrası yapılan anayasa ise Mustafa Kemal’in kurmuş olduğu batılı, çağdaş demokrasi hedeflerini yakalamaktan çok uzak, yine Gazi’nin isminin büyüklüğünü sömürerek, hukukî bilimsellikten uzak bir anayasaya halkımızı maruz bırakmıştır.  

Bir kanun yazıldığında dahi maddeler arasında bütünsellik olması zorunluluğu aranır ve bu doktrinde kanunun ruhu olarak tanımlanır. 1982 Anayasası ise tam 19 kez değiştirilmiştir ve bu değişikliklerde maddelerin tam 3’de 2’si değişikliğe uğramıştır. Bir bütün olarak değerlendirdiğimizde ise herhangi bir kanunda dahi bulmak zorunda olduğumuz ruhu, anayasamızda bulmak imkânsız hale gelmiştir. Tüm bunlara rağmen yeni ve sivil bir anayasaya kavuşamadığımız da su götürmez bir gerçektir.

AK Parti iktidara geldiği ilk günden beri dönem dönem yeni ve sivil bir anayasa yapma vaadinde bulundu. Nitekim gerek 27 Nisan bildirisi, gerek AK Parti kapatma davası gerekse 15 Temmuz hain darbe girişimi bu anayasanın oluşturduğu imkânlar gerekçe göstererek yapıldı.

Şimdilerde ise gerek Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan, gerekse Adalet Bakanı Sayın Yılmaz Tunç, yeni ve sivil bir anayasanın yapılması gerektiğini vurguluyor. 50+1 tartışmalarının gölgesinde geçen yeni anayasa tartışmaları, her türlü siyasi kaygılardan, geçmiş hesaplaşmalardan uzak, toplumsal uzlaşı ile getirilmelidir.

Yeni anayasa tartışmaları beraberinde asli kurucu iktidar, tali kurucu iktidar kavramlarının tartışılmasını da beraberinde getirdi. Buna göre, bir görüş, mevcut meclisin kurucu ve olağanüstü yetkileri olmadığı için anayasa yapamayacağını iddia ediyor. Diğer görüş ise anayasayı meclis yapsa dahi halk oylamasına sunulacağı için tali kurucu iktidardan söz edilemeyeceği, dolayısıyla referandumla onaylanan yeni ve sivil bir anayasa yapılabileceği yönünde.

Benim görüşüm ise bu tartışmaların pratikte bir karşılığı olmadığı, halkın yönetimi için var olan devlet ve anayasanın gücünü doğrudan halktan aldığı sürece meşruiyet kazanabileceği yönünde. Kaldı ki Cumhuriyet’imizin ikinci yüzyılına girerken tamamen demokratik seçimlere girmiş ve 23 yıldır ülkeyi yöneten sivil bir iktidarın varlığı demokratik meşruiyetin ne kadar üst seviyede olduğunu da göstermektedir. Yine girdiği her seçimi çok açık ara kazanan Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan da Cumhuriyet’imizin ikinci yüzyılında Gazi Mustafa Kemal’den sonra “kurucu baba” rolünü üstlenecek özelliklere sahiptir. Kendisine bu gücü veren ise 100 yıllık demokratik Cumhuriyet tarihimizin 23 yılını yönetme fırsatı veren halkımızın ta kendisidir!

Dolayısıyla pek tabii ki yüce Meclis’imiz yeni ve sivil bir anayasa hazırlayabilir ve hazırlamalıdır.  Ancak Meclis’te mutabakatın tamamı sağlanmış olsa dahi muhakkak suret ile halk oylamasına sunulmalı, meşruiyetini ve gücünü halktan alan devlet otoritesinin, vatandaşlarının onayladığı bir anayasa ile ülkeyi yönetmesi gerekmektedir.