Prenseslerin de yarası olur

Büyük başın derdi büyük olur Deli Pakizem, premmses olmak kolay mı?

Büyük gösteri gününün ertesi ve saatlerdir uyuyor. Aynı anda hem heyecandan kendini tokatlayıp hem de göğsünün ortasinda tuhaf bir hüznün çöreklenmesi.

Çünkü birilerinin babası yanında değil ve anlam veremediği şekilde bir türlü işten dönmüyor.

Telefonda sipariş verdiği "çilikli, çukulu, meeemeli" dondurma topları birikip kafam kadar olmasına rağmen gelmiyor.

Akşam heyecanla fişek gibi koşup açtığı kapının ardındaki sıcak göğüste uyuyakalamıyor ve tabii ki hiçbir erkek onun kadar nazını çekmiyor.

Beş senelik ömrunde düşmediği kadar düşüp, bilimum haşerat tarafından kıtlanan vücudundaki yaralarla tek bildigi mücadele şekli eteğini çekiştirmek. Ortalıkta koşup duran çocuklara yanaşmıyor. Yaralarını göstermek istemiyor.

Ben bu kızı tanıyorum. Ne kadar babamın kızıyım desen de sen benim kızımsın. Seninle gurur duyuyorum.

Böyle böyle oluyor işte bahtımın yıldızı. Insan öğreniyor. Yaralarıni göstermemek için insanları uzaktan izlemeyi, süsleyerek yaralarını kapamayı, içinde fırtınalar koparken etrafa gülücükler saçmayı, tuz basıp, yarayı pişirmeyi, pişerken "yanıyorum" dememeyi ögreniyor.

İnsan, yaralarını bir tek evladından gizleyemiyor, bir tek ona uzak kalamıyor.

Sen benim yaramı gören, merhem sürensin. Yeni yaralar açan, açtığını öpüp geçirensin. Düzen bozan, düzene sokan, hizaya getiren, had bildirensin.

Hiçbir yara yok ki, senin açabilecegin gibi ve senin kapatamayacağın kadar büyük olsun. Derdim de çarem de boynunun tam altında, başımı döndüren o kokuda gizli.

Yaralarım varsın dikenlerinden olsun. Yeter ki benim gülüm solmasın, boynu bükük kalmasın...