Selden kütük kapmaya çalışmak siyaset değildir

Milyonlarca insan enkaz altında kalmış.

Kimi anasını, babasını, bacısını, kardeşini; kimi sevdiğini, eşini, çocuğunu kaybetmiş.

Kurtarma ekipleri kimine ulaşmış, kimine ulaşamamış.

Doğal olarak herkes canının yandığı yerde bir ekip istiyor. Herkes, hemen müdahale edilmesini bekliyor. Gözyaşları hepimizin içine akıyor.

İşte tam bu anda ya bir kamera ya bir cep telefonu kayda geçiyor:

“İnsanlar perişan. İnsanlar canlı canlı ölüyor. Burada battaniye yok. Çadır yok. Hatta insanlar içecek su bile bulamıyor.”

Yalanlar peş peşe sıralanıyor. O anda insanların ne battaniye ne çadır umurunda ne de ekmek, su. İstedikleri tek şey bir an önce sevdiklerine kavuşmak. Ama fenomenler (!) durmuyor:

“Nerede devlet, nerede hükümet, neden tedbir alınmadı? İnsanlar bile bile ölüme mahkûm edildi.!"

Daha ilk dakikalarda hem Türkiye’den hem de dünyadan deprem uzmanları “olağan dışı” bir olayla karşı karşıya kaldığımızı açıkladılar. Son 5 yüzyılın en büyük felaketiyle karşı karşıyaydık. 10 şehir, onlarca ilçe, yüzlerce köy haritadan silinmişti. Uzmanlar; 9 saat arayla iki büyük depremin daha önce ne zaman yaşandığını bile bilmiyorlardı. Belki de hiç yaşanmamış bir afetle yüz yüzeydik.

En son söylenecek olanı insanlar can derdindeyken söyleyenler çıktı ortaya.

Arkasına dönüp bir tuğla kaldırmak yerine, devleti, hükümeti, devletin kurumlarını hedef alarak saldırmaya başladılar.

Bu adeta bir “selden kütük kapma” yarışıydı.

Elbette eleştiri yapacaktık. Elbette eksiği gediği konuşacaktık. Tabii ki bundan sonra böyle felaketleri daha az hasarla atlatabilmek için alınacak tedbirleri gündeme getirecektik.

Ama bunun zamanı, insanların canlarıyla uğraştığı bir an olamazdı.

“İşte tam zamanı. Erdoğan’ı ve AK Parti’yi yıkmak için tam da fırsatı” demenin, ne vicdanla ne de insanlıkla ilgisi olamazdı.

Aynı kurguları orman yangınlarında da yaşadık.

“Yanan ormanların yerine oteller yapılacak” dediler. Kameranın arkasında helikopter ve uçaklar yangına su boşaltırken; “Yangın uçakları nerede?” diye soranlar oldu.

On binlerce insan enkaz altındayken vicdanınızın size söyleyeceği tek şey şudur: “O insanların bir an önce kurtarılması için ben ne yapabilirim? Bu zor zamanda devletime ve milletime nasıl destek olurum?”

Bunu söylemek yerine acıdan nemalanıyorsanız, siz bir vicdansızsınız!

KEMAL KILIÇDAROĞLU’NA YİNE YANLIŞ YAPTIRDILAR

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu yangının olduğu gün Hatay’a gitti.

Çok sert sözler sarf etti. CHP’liler bile şaşırdı.

“Elbette siyaset yapacağım. Bugün siyaset yapmayacağım da ne zaman yapacağım?” diyordu. CHP’liler bile şaşkına uğruyordu. Böyle bir günde neyin siyasetini yapacaktı?

Kılıçdaroğlu, depremin yaralarını sarmak için, devletle, hükümetle dayanışma içine girmeyeceğini söylüyordu. “Ben bu iktidarla hizalanmayı reddediyorum” diyordu. Oysa hizalanacağı yer iktidarın yanı değil, acılar içindeki felaketzedelerin yanıydı.

Dünyanın en büyük felaketlerinden biri yaşanmışken, ana muhalefet lideri, devlete ve hükümete sırtını dönüyordu. “Erdoğan’la, sarayıyla ve rant çeteleriyle hiçbir zeminde buluşmayacağım” diyordu.

Hele, birileri Kılıçdaroğlu’nu tehdit etmiş gibi; “Gelin beni tutuklayın” demesi neyle, nasıl izah edilebilirdi. Kim neden tutuklasındı Kemal Bey’i? Bu sözü söylemenin toplumsal tansiyonu artırmaktan başka hiçbir amacı olamayacağı ortadadır. Öyleyse Kemal Bey neden tansiyonu artırmak istiyordu? Sivil itaatsizlik kokan sözleriyle neyi amaçlıyordu?

Aklıma şu soru geldi; “Allah korusun Türkiye bir savaşa girse, Kemal Bey yine de ‘iktidarın yanında hizalanmayacağım’ der miydi?” “Bu savaşın suçlusu Erdoğan” deyip sivil itaatsizlik çağrısı yapar mıydı? Düşünmek bile istemiyorum.

Uzunca bir süreden beri Kemal Bey, hem siyasette hem de güncel gelişmelerde stratejik hatalar yapıyor. Tanıdığımız, tanımadığımız bir sürü danışmanı var. Hangi akıl, Kılıçdaroğlu’na acıların çok taze olduğu bir vakitte bu açıklamaları yaptırdı?

İlk gün zehir-zemberek ve sorumsuzca açıklamalarının ters teptiğini düşünmüş olmalı ki, Kemal Bey iki gündür susuyor. Sosyal medyadaki mesajlarında da dilini yumuşatmış görünüyor.

Olması gereken bu değil midir?

Asrın felaketi Türkiye’nin başına gelmiş. Deprem yönetmeliğine göre yapılmış binalar bile çökmüş.

Herkes gibi devletin de hazırlıksız yakalandığı bir deprem.

2011 Van, 2020 Elazığ ve İzmir depremlerinde felaketin boyutları küçük olduğu için neredeyse her enkazın başına bir ya da birkaç ekip anında yetişmişti. Bir anda yıkılan on binlerce binadan söz ediyoruz. Kim istemezdi ki, her binaya anında müdahale edilsin. Kim istemezdi ki, bütün canlar kurtarılsın.

Organizasyon bozuklukları, varsa ihmaller, eksik yapılanlar, zamanında yapılmayanlar…

Ne varsa elbette hepsini konuşacağız. Herkes öz eleştirisini de yapacak. Bu felaketten çıkarılması gereken dersi de çıkarmaktır önemli olan.

Şu an için devlet-millet el ele yaraları sarmaktan başka çaremiz yok.

Ekmeğimizi, suyumuzu, hepsinden önemlisi yüreğimizi paylaşmanın zamanı.