Senden bir tane daha mı? Allah korusun…

İstanbul’u doya doya dolaşamıyormuş eskisi gibi, o proje benim, bu proje senin koşturmaktan.

Gülemiyorsunuz.

Çünkü acıklı bir durum var ortada. Ben daha çok karşısında oturup yılışık bir ses tonu ve yüz ifadesi ile çanak soru yöneltenlere odaklanıyorum. Nasıl bir ruh hali bu? Onur ve gurur morfinlenmiş gibi.

Gevrek gevrek cevap veriyor:

“Ben İstanbul Belediye Başkanı’yım. İstanbul Belediye Başkanı gerekirse bir elinde güneşi, diğer elinde ayı tutar.”

Böyle diyor evet, işitince inanamadım.

Sözlerinde büyük bir keramet var gibi bakıyorlar suratına.

Adnan Oktar’ı dinleyen kedicikler gibi.

Ağızlarından, “Maaşallah Başkan'ım, İnşallah Başkan'ım” sözleri dökülürse inan olsun şaşırmayacağım.

Tutup da misal, “Mahallesindeki İSPARK’lara park edenlerden para alınmayacak. Oralara park edenler metroya, otobüse bindiklerinde ücretsiz seyahat edecekler” vaadini hatırlatıp bugünkü kazık İSPARK ücretlerinin anlamını sormalarını beklemiyorum haliyle.

Ya da son üç ayda bu parasızlıkta 8 bin 643 kişiyi neden İBB’ye doldurduğunu da.

İBB’nin borcunun nasıl olup da 1 milyar euro arttığını hiç.

Metro, metrobüs ve İETT otobüslerine binmenin bir maceraya dönüştürebilmesinin arkasındaki sırrı da. 

Borç batağındaki İBB bütçesini nereye harcadığını, Sayıştay denetiminde bile ortaya çıkmayan bin 258 aracın nerede olduğunu…

“Bu millet vaatte bulunup de o vaadini yerine getirmeyenleri kulağından tutup bir sonraki seçimde göndermeli” dediğini hatırlatmayı…

Korkuyor aslında. Ödü patlıyor. Değerler sisteminin dışına ihraç edilmiş kişilik yapısı kendini kolayca ele veriyor ve gevşemiş yüz ifadesine yansıyor.

Sıcak patatesi Özgür Özel’in eline tutuşturdu ve ona “Git ne yap et, HEDEP’i, İyi Parti ve Meral ablayı bize oy vermeye, aday çıkarmamaya ikna et. İstanbul önemli, diğerlerini boş ver. Bir seçimi alalım, sonrasını düşünürüz” talimatını verdi.

Adamı iyi çalıştı ama bu satırlar yayınlandığında İyi Parti Genel İdare Kurulu (GİK) “işbirliği” teklifini reddetti ve seçimlere ayrı katılma kararı verdi.

Artık İstanbul çok daha zor onun için. Biliyor bunu.

Kuyruğu dik tutuyor yine de.

Geçen gün megalomanisinin tavan yaptığı o sözleri ediverdi.

“Bir Ekrem İmamoğlu arıyorlar ama benden bir tane daha yok.”

Bu gereksiz özgüven patlamasının sebebi biliyorsunuz hissizleşmiş, mankurtlaşmış CHP kitlesi. Onlara iyi geliyor bu tuhaf profil.

Takdir edersiniz ki Tayyip Erdoğan ve AK Parti’nin bir Ekrem İmamoğlu daha aradığı yok. Tam tersine İstanbul’a hizmet edecek, çalışkan, dürüst, bagajı olmayan bir belediye başkan adayına karar verecek.

Çünkü Ekrem İmamoğlu’nun bir tanesi yetti de arttı bile.

O bir tanesi içine etti güzelim şehrin.

Bir daha mı, Allah korusun!

“KÜTÜPHANEMİN BİLE ANLAMI KALMADI, DÖNÜP YAKSAM YERİDİR…”

Yüreğimi parça parça ettikten sonra “Al yeniden topla ve parçaları birleştir” diye suratıma fırlatan bir konuşma bu. Son iki aydır dinlediğim, Gazze’yi ve İsrail’in örgütlü kötülüğünü, yaşananların anlamını bana en iyi anlatan sözlerdi.

"Bu savaş, insan haysiyetinin yeryüzünü aştığı bir savaştır. Çünkü haysiyetin yeryüzünde ineceği bir yer kalmadı. Havada. Mutlak surette bir yere inecek. Biz orada olacak mıyız? Aslında biraz meselemiz böyle. Çünkü görünen o ki Gazze dışında dünyada her yer işgal altında. Hepimiz işgal edildik."

Aşağıda biraz daha bahsedeceğim ama can kulağıyla dinlediğim, adeta her kelimesini, artık unutmaya başlayan hafızama hece hece, harf harf nakşettiğim bu sözlerin bende bıraktığı derin tesiri anlatmam biraz zor bu satırlarda. Dinlemeniz gerek. Ancak şunu belirteyim ki Gazze’de bizlere, sizlere bakan çocukların, o çocuk gözlerinin ifade ettiği mânâyı şu sözlerden başkası anlatamazdı:

“Bu vatanın bir evladı olarak aslında burada bu konuşmayı yapıyorum. Kariyerimin bir anlamı kalmadı. Kütüphanemin bile bir anlamı kalmadı. Dönüp yaksam yeridir."

Bu laftan sonra herkes bir dakika saygı duruşunda bulunsun; öldürülen bebekler, çocuklar, kadınlar, erkekler için.

Katledilen insanlık için.

Ağlasanız ne fayda…

Çözümü savaş mı?

"Bununla nasıl başa çıkacağız. Anam babam usulü başa çıkacağız. Evdeki kör makası çıkaracağız, cebimize kursağımıza kadar girmiş olan bu kanlı eli, az çok demeden gözümüz gücümüz neye yetiyorsa kesmeye başlayarak.”

Buraya kadar yazmadım ismini ama siz zaten biliyorsunuz; Çevirmen AYÇİN KANTOĞLU’ndan söz ediyorum. Son olarak Dante’nin İlahi Komedyası’nı çevirdi. İngilizce, İtalyanca, Latince, Yunanca biliyor. Marmara Üniversitesi İşletme Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Eskiçağ Dilleri Latince bölümü mezunu.

Kantoğlu’nun, İslam Düşünce Enstitüsü (İDE) tarafından düzenlenen "İnsanlık Vicdanı Yol Ayrımında: Gazze"  başlıklı paneldeki 20 dakikalık konuşması, dinleyen herkesin beynine ve kalbine mıh gibi çakıldı kaldı.

Sözleri sosyal medyada giderek yayılmakta.

Ama ilginç bir gelişme oldu. Bu ilginin bir sonucu da olacaktı, oldu.

KÜRESEL SİYONİST ÇETE’NİN AYAR VERDİĞİ ELON MUSK’IN X’İ HESABINI KİLİTLEDİ

Herkes o kadar etkilendi ki ona sosyal medyadan mesajlar yağıyor, o ise tevazu ile cevap verirken bile olması gerekene işaret ediyor.

“Kıymetli dostlar, alakanız için de teşekkür ederim. Bilinmesini isterim ki sloganvari cihetiyle çarpıcı kelimeler tesirini çağa mahsus bir hal olarak kısa sürede yitirecektir. Sıkıntımız büyük, gerçek bir ahlaki değişime, dönüşüme ihtiyacımız var. Bunu mümkün kılacak olan ise ömürlük gayret ve emekle meseleleri hakikat bağlamından usul ve kaideye riayetle açacak zihinlerdir. Her tür konuşma saydığım metinleri birebir tekrar etmedikçe manayı yorar, asıldan eksiltir. Ağızın/dilin bu zamanda ne hükmü kalmıştır? Bu itibarla ağız kıymetsizdir. Kalıcı olana yönelelim. Derde deva budur.”

Ayçin Kantoğlu’nun sözüyle bitirelim bu yazıyı yeniden. Çünkü bu satırları ben değil o yazdırdı.

“Bereket hâlâ acıyı hissedebilecek yüreklerimiz var. Buna sahip olmayanlar da var. Üstelik kendi aramızda da var.”

Bu gerçekle yüzleşerek şunu diyoruz:

ÇOCUK CESETLERİ KARŞISINDA GÖRÜŞ AYRILIĞI OLMAZ…