Soykırım turnusolu…

Bu barbarlık Türkiye’de majör olarak iki farklı tepkiye sebep oldu. Ekstremleri saymıyorum.

Birincisi, izlediği her görüntüyle kahrolup yürekleri parça parça olan milyonlarca insan. Sokaklara çıkan, haykıran, elçilikler önünde gösteriler yapan, insan zincirleri oluşturan, Atatürk Havalimanı’nı dolduran onlar. Yani, çoğunluğu Cumhur İttifakı’na oy veren kitleler.

İkincisi, muhalif partilere oy veren seçmen kitlesinden yine milyonlarca insan. Bazıları acımasızca ve İsrailli yöneticiler gibi konuşsa da çoğunluğu şüphesiz acı çekiyor ve bu vahşeti kınıyor. Ancak bunu yaparken daha fazla yıpranmamak için kendine bir gerekçe bulmuş ve sözlerine genellikle “Ama iki taraf da…” ya da “Hamas’ın o terör eyleminden sonra…” diye başlamayı adet haline getirmiş durumda. Bu gerekçeleri ileri sürmelerindeki sebep, İsrail’in bebek katliamını hoş göstermek değil, kendi içlerindeki acıyı dindirmek.

Kurduğum empatiyi fazla bulanlar olabilir ama genele teşmil edilemeyecek olsa da konuştuğum pek çok insanda bu tutumu gözlemledim.

Dünyada, özellikle Batı’da ise tam tersine, sola yakın kesimler sokaklarda, meydanlarda.

Onların sesi o kadar yüksek çıktı ki Macron, Biden, Blinken 180 derece dönüp ateşkes çağrısı yaptılar. Sokaklardan bir şey çıkmaz karamsarlarını da yanılttılar böylece.

Bu arada İsrail vahşeti Batı ülkelerinin yönetimleri; ABD ve Avrupa Birliği için tam bir turnusol kâğıdı oldu.

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından “Yeni ve özgür bir dünya” şiarıyla yola çıkan ve bu düşünceyi, demokrasi, insan hakları ve özgürlükler temelinde Avrupa Birliği oluşumu ile taçlandırmayı hedefleyen Batı’nın MEDENİYET MÜKTESEBATI tam bir ÇÖP oldu.

Artık Batı’nın değerleri diye bir kavram kalmadı.

Entelektüel sermayesi çöktü daha açık bir deyimle.

NEREDE O CEZAYİR İŞGALİNE KARŞI ÇIKAN FRANSIZ AYDINLARI?

Batılı entelektüellerden göz dolduran, insanın yüreğini soğutan bir karşı duruş gösteren oldu mu?

Misal, Fransız entelijansiyasının geçmişteki performansını aşan var mı?

Çünkü onların Cezayir sorgulamaları ve duruşları var.

1954-1962 yılları arasında yaşanan Cezayir Savaşı, Fransız aydınlarının kendi ülkeleri bile olsa, insanlığa karşı işlenen suçlara karşı nasıl onurlu bir duruş sergilediklerine sahne oldu.

Tam 132 yıl boyunca Fransız kolonisi olarak kalan Cezayir halkı, özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Fransa’ya karşı ayaklandı. Etrafında toplandıkları örgüt ise FLN idi.

FLN'in eylemleri bütün ülkeye yayılıp Cezayirliler üzerinde iyice etkisini artırırken, Fransız ordusu, tıpkı bugün Siyonist İsrail Başbakanı Binyamin Netenyahu gibi FLN’i “Terörist” ilan etti ve bunun için de “kökünün kazınması gerektiği” bir hedef olarak ortaya kondu.

Ama bu arada ilginç olan şu ki 1956'da yapılan seçimlerde “Sosyalist Parti” lideri Guy Mollet'nin başını çektiği cephe, o vakit hayli güçlü olan Fransız Komünist Partisi (FKP) desteğiyle iktidara geldi. İlk başlarda Cezayirlilerle görüşmelerden yana olan Guy Mollet, daha sonra bu fikrinden vazgeçerek, hükümetin en büyük görevinin FLN'in bitirilmesi olduğunu söyledi ve geçmiş sağ hükümetlerden daha azılı bir faşist kesilerek Cezayir’e 400 bin asker gönderip büyük operasyonlar gerçekleştirmeye başladı.

Binlerce insan gözaltına alındı, tutuklanıp zindanlara atıldı, işkencelerden geçirildi. Fransa Cezayir’de resmi rakamlara göre 1,5 milyon Cezayirliyi öldürdü, 8 bin köyü yaktı, iki milyon insan sürgün edildi.

Bu bir soykırımdı.

FLN’in mücadelesi esnasında Jean Paul Sartre, André Breton, Simone de Beauvoir, Francis Jeanson gibi dönemin en çok tanınan isimlerinin aralarında bulunduğu 121 aydın Fransa'yı kendi değerlerine ters düşmekle, emperyalist olmakla suçladı ve bir manifesto yayınladı. Tüm Fransızları da Cezayirlilere haklı davalarında destek istedi.

Bugün İsrail’in Gazze’de yaptıklarıyla ne kadar tanıdık geliyor değil mi?

Şimdi nerede o aydınlar?

Ne dünyada ne de Türkiye’de.

Sırra kadem bastılar.

SOYKIRIMIN “DİNİ” TERMİNOLOJİSİ VE MEHDİ BEKLENTİSİ

İşin bir de teolojik boyutu var.

Evanjeliklerle iş tutan Yahudi teolojisi, siyasete devşirdikleri sapkın fikirli politikacıları sayesinde bu katliamı çılgınlık boyutuna vardırmaya kararlı görünüyorlar. Akıllarınca kıyameti tetikleyerek Hazreti Mehdi’nin yeryüzüne inmesi sağlanacak.

Doğru, tarihin en kötü zamanlarını yaşıyoruz. Herkes çok yaralı. Bakıldığında Hz. İsa’nın gelmesi için BİR SEBEP varsa bugün yeni bir Peygamber için BİNLERCE SEBEP var.

Bakın Gazze’ye, bebekler katlediliyor. Evanjelikler ve Yahudilere göre Allah (God) tam da bu koşulları beklemektedir. Bu durumu daha da ağırlaştırırsak ve oluşturursak gelmesini kolaylaştırırız diyorlar. Sanki Allah onların küçücük ve kötülükle zehirlenerek çürümüş beyinlerinden geçeni bilmiyor. Onlar soykırım yaptıkça “Artık yapacak bir şey yok” diye yeryüzüne elçi yollayacak.

Ne yazık ki İslam âlemi, özellikle Şia da aynı beklenti içinde.

Olan biteni kıllarını kıpırdatmadan izlemelerinin sebebi Hazreti Mehdi’nin zuhur etmesini beklemek olabilir mi?

Yüz milyonlarca insan artık uyku uyumuyor yaşanan vicdansızlıktan, şahit olduklarından dolayı. Ama o ne? Biri gelecek ve bizi kurtaracak. Hadi ama artık gelsin, nerede kaldı? Böyle çalışan düşünce yapısı devletleri esir almış.

Oysa aklın ve mantığın çağında yaşayan herkes çok iyi biliyor ki böylesi bir kurtarılma bekleyişi kıyamete kadar bu şekilde sürer. Bir gün bir bakarsın ki yoksun. O Evanjelik, Siyonist, Şia ve Vehhabi kafalar yok. Komik değil mi? Ölüvermişsin… Seni kurtaran filan da olmamış. Yahu bir dünya gözüyle kıyamet görecektik o da olmadı, tüh… Mehdi filan da gelmedi…

Mesele şu:

Sen değişirsen her şey değişir.

Hepimiz, kendi yaşadığımız evrenin merkez noktasıyız ve artık bunun farkına varmamız gerekiyor. Bu evrende bir şeyler yanlış gidiyorsa, kendi iç dünyamızda bunun tek sorumlusu biziz.

NOT: Son bölümde TANRININ DOĞUM GÜNÜ ve LEVH-İ MAHFUZ gibi hayatımı değiştiren eserlerden ikisinin yazarı Burak Özdemir’le yapılmış bir röportajdan cümleler var.