Trump’ın Gazze Planı: Barışın Umudu mu, Yeni Bir Dayatma mı?

İki yıldır devam eden yıkıcı savaş, Gazze’nin her köşesini harabeye çevirdi. Şehirler harabeye dönüştü, çocuklar açlıkla sınandı, bir halk nefes almak için gün sayıyor. Bu tablo ortadayken, Beyaz Saray’dan gelen bir plan bir yandan umut, diğer yandan kuşku yaratıyor.

ABD Başkanı Donald Trump’ın, hakkında Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde soykırım suçlamasıyla aranan İsrail Başbakanı Netanyahu ile açıkladığı 20 maddelik “Gazze Barış Planı”, masada duran en kapsamlı yol haritası olarak sunuluyor. Fakat şu soruyu sormadan geçmek mümkün değil: Bu plan, gerçekten kalıcı barışın kapısını aralayacak mı, yoksa yeni bir tuzak mı?

Planın en başından itibaren Netanyahu’nun tavrı dikkat çekiyor. Trump umut vaat eden bir tablo çizerken, Netanyahu “İsrail ordusu Gazze’de kalacak” diyerek aslında planın ruhuna ters bir çıkış yaptı. Bu çıkış, İsrail’in güvenlik bahanesiyle işgalini kalıcılaştırma niyetini gözler önüne seriyor. Uluslararası hukuk önünde soykırım suçlamalarıyla karşı karşıya olan bir liderin, barış planının aktörü olması, planın meşruiyetini daha baştan tartışmalı hale getiriyor.

Hamas’ın Yokluğu Üzerine Kurulu Gelecek

Planın en sert maddesi, Hamas’ın devre dışı bırakılması. Hamas’ın silah bırakması şart koşuluyor, isteyen üyelerin ülke dışına gönderilmesi teklif ediliyor. Ancak bu yaklaşımın temel bir açmazı var: Hamas, sadece bir silahlı örgüt değil, aynı zamanda Gazze’deki siyasi ve toplumsal gerçekliğin bir parçası. Onu yok sayarak kurulan bir gelecek, daha baştan eksik bir inşa olacaktır. Netanyahu’nun “Hamas reddederse işini bitireceğiz” çıkışı, planın barıştan çok tehdit üzerine kurgulandığını gösteriyor.

Planın kısa vadeli getirisi, rehine takası. 20 İsrailli rehinenin serbest bırakılması karşılığında yaklaşık 2000 Filistinli salıverilecek. Bu tablo ilk bakışta insani bir adım gibi görünse de aslında siyasetin en sert pazarlık alanına işaret ediyor. İsrail, yıllardır uyguladığı toplu cezalandırma anlayışıyla binlerce Filistinliyi cezaevlerinde tutarken, rehine pazarlığını bir baskı aracı olarak kullanıyor.

Ateşkesin Sınırları

Plan ateşkes vaat ediyor ama bu ateşkesin içi boş. İsrail kuvvetleri tamamen çekilmeyecek, yalnızca “rehine takasına uygun” hatlara geri çekilecek. Yani savaşın dinmesi koşullu, barış ise kağıt üzerinde. Netanyahu’nun güvenlik bahanesiyle Gazze’de kalma ısrarı, bu ateşkesi kalıcı bir barışa dönüştürmekten uzak tutuyor.

Gazze’nin en acil gündemi, açlık. Plan, engelsiz insani yardım vaat ediyor; BM, Kızılay ve uluslararası kurumlar üzerinden yardım ulaştırılacağı söyleniyor. Refah Kapısı’nın yeniden açılması da bir güvence olarak sunuluyor. Ancak Netanyahu’nun siciline bakıldığında, yardımların sahada nasıl engellendiğini, nasıl kısıtlandığını görmek zor değil. Bu yüzden, açlıkla mücadeleye dair verilen sözlerin sahadaki gerçeklikle buluşup buluşmayacağı ciddi bir soru işareti.

Trump’ın Gözetiminde Bir Geçici Yönetim

Planın en tartışmalı yönlerinden biri, Gazze’nin geçici yönetiminin Trump başkanlığında kurulacak uluslararası bir Barış Kurulu’na devredilmesi.

Tony Blair gibi Batılı isimlerin bu kurulda yer alacak olması, planın Filistin iradesinden çok Batı merkezli bir kontrol mekanizması olduğuna işaret ediyor. Bu, egemenlik meselesini daha da karmaşık hale getiriyor.

Netanyahu’nun sessizce kabul ettiği bu formül, aslında Gazze’nin yeni bir vesayet rejimine sürüklenmesi anlamına geliyor. Hatırlanacağı gibi, Trump Şubat ayında yaptığı bir açıklamada Gazze’yi devralarak bölgeyi turizm cazibe merkezi haline getirmekten söz etmişti. Hatta bununla ilgili yapay zeka destekli bir tanıtım videosu paylaşmıştı. Gökdelenlerle dolu, sahil şeridi boyunca lüks otellerin sıralandığı bir “Gazze Rivierası” maketi sosyal medyada dolaşmıştı. Ancak gelen tepkiler üzerine konu bir süreliğine rafa kaldırılmıştı. Şimdi görünen o ki, bu fikir yeniden masada. Hem de daha detaylı, daha kapsamlı ve daha tartışmalı bir biçimde.

Trump, savaş sonrası Gazze planını Eylül ayı başında Beyaz Saray’da düzenlediği kapalı bir toplantıda masaya yatırdı. Toplantıya şu isimler katıldı: ABD Dışişleri Bakanı ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Marco Rubio, Eski İngiltere Başbakanı Tony Blair, Trump’ın damadı Jared Kushner ve Trump’ın Orta Doğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff.

Toplantıya Kushner’in katılması, kulislerde geniş yankı uyandırmıştı. Resmi bir görevi olmayan Kushner, Ortadoğu dosyasına fiilen geri döndü. Planla ilgili olarak Witkoff’un diplomasi ayağında kaldığı, ancak ekonomik ve siyasi mimarinin Kushner ve Blair üzerinden şekillendiği anlaşılıyor. Özellikle Kushner’in 2020’deki Abraham (İbrahim) Anlaşmaları sürecindeki rolü, bu yeni planda da etkili olduğunu gösteriyor. Kaldı ki Trump basın toplantısında Kusher’e bu konuda üstü kapalı teşekkür etti.

Kushner’in kurduğu Affinity Partners fonunun Suudi Arabistan, Katar ve BAE kaynaklı yatırımları, bu planla doğrudan bağlantılı görülüyor. Eski İngiltere Başbakanı Tony Blair’in adı da yeniden Ortadoğu denkleminde. Blair, Irak işgalindeki siciline rağmen bölgedeki danışmanlık faaliyetlerini yıllardır sürdürüyor. TBI Enstitüsü üzerinden birçok hükümete “yönetişim” danışmanlığı yapan Blair’in özellikle Suudi Arabistan’la yakın ilişkileri biliniyor. Eylül başındaki Beyaz Saray toplantısı yalnızca teknik bir görüşme değildi. Bir damat (Kushner) ve bir eski başbakan (Blair), Gazze’nin geleceği hakkında pazarlık masası kurdu. Bu tablo, Washington’un Gazze’nin ertesi gün mimarisinde resmi devlet mekanizmalarının yanı sıra gayriresmi kişisel ilişkiler üzerinden ilerlediğini gösteriyor. Nihayet açıklanan planda da bu durum netlik kazandı.

Trump bu çerçevede, Gazze’yi “Teknoloji Rivierası”na dönüştürme hayali kuruyor. Modern şehirler, altyapı projeleri, yüksek teknoloji yatırımları… Fakat savaş enkazı altında yaşam mücadelesi veren bir halk için bu söylemler, şimdilik ütopyadan öteye gitmiyor. Netanyahu’nun önceliği güvenlik ve işgal politikasıyken, ekonomik kalkınma vaatleri, propagandadan öte bir anlam taşımıyor.

Filistin Devleti İhtimali: Belirsiz Ufuk

Plan, iki devletli çözüme doğrudan kapı açmıyor. Ancak uzun vadede “inandırıcı bir devletleşme süreci”nden söz ediyor. Yani Filistin’in bağımsızlık rüyası yine erteleniyor. Netanyahu’nun siyasi geçmişi, berbat sicili - kabarık “sabıka dosyası” düşünüldüğünde, bu sürecin hayata geçirilmesi ihtimali neredeyse sıfıra yakın. Bu madde, daha çok bir vitrin süsü gibi duruyor.

Özetle, Trump’ın Gazze Planı, kısa vadede rehine takası ve insani yardım ile umut ışığı yakabilir. Ama uzun vadede, Netanyahu’nun gölgesinde şekillenen bu plan, barıştan çok dayatma riskini taşıyor. Çünkü barış yalnızca ateşkesle değil, adaletle mümkün olur. Netanyahu’nun soykırım suçlamalarıyla anıldığı bir dönemde, onun imzasını taşıyan bir planın kalıcı bir çözüm sunması neredeyse imkansız.

Gazze’nin taşlarına sinmiş acıyı, projeler değil adalet silebilir. Trump’ın planı, eğer gerçekten tarihe geçmek istiyorsa Netanyahu’nun gölgesinden çıkmalı, halkların iradesine kulak vermeli. Aksi halde, bu plan da tarihin çöplüğünde “fırsat kaçırılmış” belgelerden biri olmaktan öteye gitmeyecektir.