Jeffrey Epstein’a ait 20 bini aşkın e-posta arşivinin yeni bölümü, yalnızca eski suç iddialarını değil, Amerikan devletinin üst katmanlarına sirayet etmiş karanlık bir güç ağını yeniden görünür kıldı. Belgelerde Donald Trump’ın adının binlerce kez geçmesi, tartışmayı bireysel bir skandalın ötesine taşıyarak, siyasetin, finansın ve medya elitinin yıllardır dokunulmaz kalan ilişkilerini açığa çıkarıyor.
“Bak şimdi, biraz daha kibar olabilirsin Bibi, çünkü artık savaşta değilsin.”— Donald Trump, Knesset konuşmasında Netanyahu’ya seslenirken
**
İki yıldır devam eden yıkıcı savaş, Gazze’nin her köşesini harabeye çevirdi. Şehirler harabeye dönüştü, çocuklar açlıkla sınandı, bir halk nefes almak için gün sayıyor. Bu tablo ortadayken, Beyaz Saray’dan gelen bir plan bir yandan umut, diğer yandan kuşku yaratıyor.
ABD Başkanı Donald Trump’ın, hakkında Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde soykırım suçlamasıyla aranan İsrail Başbakanı Netanyahu ile açıkladığı 20 maddelik “Gazze Barış Planı”, masada duran en kapsamlı yol haritası olarak sunuluyor. Fakat şu soruyu sormadan geçmek mümkün değil: Bu plan, gerçekten kalıcı barışın kapısını aralayacak mı, yoksa yeni bir tuzak mı?
Bir Planın Sızdırılan Belgeleri
Washington Post’un eriştiği 38 sayfalık gizli belge, ABD Başkanı Donald Trump’ın “Gazze Rivierası” adını verdiği kapsamlı planı gün yüzüne çıkardı.
Beyaz Saray tarihi bir toplantıya sahne oldu. ABD Başkanı Donald Trump’ın ev sahipliğinde düzenlenen zirveye Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski’nin yanı sıra İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni, Almanya Başbakanı Friedrich Merz, Finlandiya Başbakanı Alexander Stubb, NATO Genel Sekreteri Mark Rutte ve Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen katıldı. Masadaki tek eksik isim ise Kremlin’di. Ancak o da telefonla sürece dahil edildi: Trump, Avrupalı liderlerle görüşmelerin tam ortasında Vladimir Putin’i arayarak onu da denklem içine kattı.Toplantıdan çıkan manzara, Rusya–Ukrayna savaşında yeni bir dönemin eşiğinde olunduğunu gösteriyor. İşte zirveden öne çıkan başlıklar:
1. ZELENSKY–PUTIN–TRUMP ÜÇLÜ ZİRVESİ YOLDA – İSVİÇRE TEKLİFİTrump’ın uzun süredir planladığı ve kendi ifadesiyle “savaşı bitirmenin en önemli fırsatı” olarak gördüğü üçlü zirve, artık resmileşti. Trump, “Zelenski hazır, Putin hazır. Yakında üçümüz aynı masada olacağız” dedi.Toplantının iki hafta içinde yapılması bekleniyor. Yer belli değil, ancak uluslararası basında İsviçre’nin adı öne çıkıyor, bunu özellikle Macron istedi. Zirvenin gündeminde toprak değişimi, esir takası, Rusya’nın alıkoyduğu Ukraynalı çocukların iadesi ve savaşın en hassas başlıkları bulunuyor.Zelenski de bu daveti kabul ettiğini açıkladı. Fransa Cumhurbaşkanı Macron ise üçlü toplantının önemine dikkat çekerek, ardından dörtlü bir zirve yapılması gerektiğini vurguladı. “Ama bu dördüncü kim?” sorusu ise havada kaldı: Fransa mı, NATO mu, yoksa gönüllüler koalisyonu mu?
ABD Başkanı Donald Trump ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Alaska’da gerçekleştirdiği üç saatlik zirve, büyük beklentilerin aksine somut bir ateşkese yol açmadı. Ancak sahne, verilen mesajlar ve ortaya çıkan fotoğraf, uluslararası siyasette yeni tartışmaların fitilini ateşledi.
Trump zirvenin ardından, “Bazı ilerlemeler kaydettik. Anlaşma sağlanana kadar anlaşma yoktur” derken, Putin de aynı temkinli tonu sürdürdü. Bu, pazarlığın daha yolun başında olduğunu gösteriyordu.Toplantıda Ukrayna savaşına dair kesin bir yol haritası açıklanmadı. Buna rağmen, Washington ile Moskova’nın aynı masada oturması bile Kremlin açısından “izolasyondan çıkış” olarak görüldü.
8 Ağustos 2025’te Beyaz Saray’ın Doğu Odası’nda düzenlenen törende, ABD Başkanı Donald Trump, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan bir araya geldi. Bu zirve, Güney Kafkasya’da uzun süredir beklenen diplomatik kırılma noktası olarak kayda geçti. Trump, imzalar atılırken şu ifadeyi kullandı:
“Bu, sadece iki ülkenin değil, bütün bir bölgenin geleceğini değiştirecek bir adım.”
Ortadoğu, bir kez daha tarihsel bir dönüm noktasına tanıklık etti. Haziran ayının ortasında başlayan ve 12 gün süren İsrail-İran çatışması, yalnızca bölgesel değil, küresel düzeyde etkiler doğuran karmaşık bir güvenlik ve diplomasi sınavına dönüştü. Bu savaşın sona ermesi, çatışmaların bittiği anlamına gelmiyor; aksine, daha derin müzakerelerin, kırılgan ateşkeslerin ve stratejik hesapların başlangıcına işaret ediyor.
ABD’nin bölgeye müdahalesi, salt bir askeri refleksin ötesindedir. Trump yönetiminin izlediği çizgi, “zorlayıcı diplomasi”nin klasik örneği olarak okunabilir. Tehdit ve müzakerenin eş zamanlı yürütüldüğü bu süreçte Washington, İran’ı masa başında dizginlemeyi hedefledi.Ancak, “diplomasi için savaş” politikasının sahadaki yansıması hem ABD’nin hem de İsrail’in askeri müdahaleleriyle çatışma düzeyine taşındı. Tahran, ulusal güvenlik kurumlarının koordinasyonuyla müzakere seçeneğini gündemde tuttu fakat savaşın belirli bir eşiği aştığı noktada bu seçenek geçerliliğini yitirdi.
Herkes soruyor; biz de TV100 canlı yayınlarında uzmanlara danıştık; Füzelerin genellikle gece saatlerinde atılmasının birkaç askeri, stratejik ve psikolojik nedeni vardır:
Radar ve Görsel Tespit Zorluğu
Emekli ABD Hava Kuvvetleri Albayı John A. Warden III, modern hava harp doktrinine yön veren en etkili stratejistlerden biridir. 1991 Körfez Savaşı sırasında ABD’nin Irak’a yönelik hava harekatının planlayıcısı olarak ün kazandı. Warden, savaşın sadece cephede değil, düşman sisteminin merkezi unsurlarına yönelik planlı saldırılarla kazanılabileceğini savundu; bu yaklaşımıyla klasik savaş doktrinlerine meydan okudu.
13 Haziran sabahı, İsrail’in “Yükselen Aslan” adıyla başlattığı hava harekatı yalnızca nükleer tesisleri hedef almadı; doğrudan İran rejiminin sinir uçlarına yöneldi. Devrim Muhafızları Komutanı Hüseyin Selami, Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri, nükleer programın beyinleri Tehranci ve Abbasi öldürüldü. Mossad’ın içeriden aldığı bilgilerle nokta atışı yaptığı bu operasyon, İsrail’in ilk kez doğrudan rejimi felç etmeyi amaçladığını ortaya koydu.
Umman’daki Masadan Hava Saldırısına: Nükleer Görüşmeler Neden Çöktü?
Sindura… O ince toz tanesi… Kadim Hindistan'da evli kadınların alnına sürülen o kırmızı iz. Sadakat ve korumanın simgesi, aynı zamanda bir kadının “ait olduğunu” haykıran suskun bir bayrak. Ama bu kez, o toz, sadece kadınların alnında değil; Himalayaların buz tutmuş doruklarında, Wagah Kapısı'ndaki postallarda, gökyüzünü yırtan füzelerin izinde yeniden belirdi.
Bu sefer Sindoor’un rengi, sınırları boydan boya aşan bir yangın gibi yayıldı. “Sindoor Operasyonu”... Hindistan’ın, 22 Nisan’da Keşmir’in Pahalgam bölgesinde yaşanan ve 26 turistin ölümüyle sonuçlanan saldırıya cevaben başlattığı askeri harekatın adı bu. Ama bu isim bir rastlantı değil; Hindistan, operasyonun adını bilinçli bir şekilde seçti: Kaybettikleri eşleriyle artık Sindoor taşımayacak kadınlara bir ağıt, ama aynı zamanda bir siyasi mesaj.Peki bu yangın nasıl başladı? Ve gerçekten kim yangını körüklüyor?Wagah: Bir Gösteri Alanından Savaş Alanına
Rusya-Ukrayna savaşının üçüncü yılını geride bırakırken, bu çatışmanın uluslararası ilişkilerde bir paradigma değişimine yol açtığını görüyoruz. Süreç küresel güç dengeleri, ittifaklar ve jeopolitik stratejiler açısından önemli sonuçlar doğurdu.
Savaşın başında Avrupa’daki müttefiklerini muhatap görmeyen, onları sürecin dışında bırakarak Kiev yönetimiyle birlikte savaş planları hazırlayan ABD, savaşın sonunda da aynı yönteme başvurmaya hazırlanıyor. Savaşı durduramadıkları için “parçası haline gelen” Avrupa’nın vizyon yoksunları şimdi müzakere sürecinin dışında tutulmanın sancısını yaşıyorlar. Bu nedenle Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Trump’ı ziyaret ediyor. Ancak Trump ve ekibinin bundan sonra mecbur kalmadıkça Avrupa’yı müzakerenin parçası yapmayacağı, Ukrayna’nın yer altı ve yer üstü zenginliklerini paylaşmayacağı açıkça görülüyor. Bu nedenle Rusya ile varılacak bir anlaşma sadece Ukrayna’ya değil, aynı zamanda Avrupa’ya da dayatılacak. Ukrayna ve Avrupa’nın Rusya’yı karşısına “ABD’siz” alma olasılığı zayıf olduğu için, Trump’ın eli güçlü görünüyor.
"Amerika'nın düşmanı olmaktan daha tehlikeli olan tek şey onun dostu olmaktır."
Bu söz, Henry Kissinger'a atfedilir ve ABD dış politikasının dalgalı, ikircikli ve bazen de öngörülemez seyrini anlamak için kritik çıkış noktalarından biridir. Geçmişte, bugün ve özellikle Türkiye’nin güney komşularıyla ilişkilerine baktığımızda bu sözün anlamını en iyi bilen ülkelerden biri olduğumuz söylenebilir.