Ulusal prestij…

Deprem bölgelerinden gelen şiddet içerikli pek çok görüntüyle karşılaştık. Depremzedeleri, içinde ziynet, para ve değerli eşya barındıran deprem enkazını, yardım araçlarını hedef alan bazı yağma, gasp, talan, hırsızlık, yol kesme, tehdit, dolandırıcılık suçları işleyen bazı şahıslar ve bunların cezalandırılması söz konusuydu. Bunların bir kısmı dezenformasyondu. Değişik coğrafyalardan montajlanarak deprem bölgesinde oluyormuş gibi servis edilmişti. Ancak diğerleri gerçekti.

Zaten açılmış bir yarayı daha da kanatacak ve sorunu daha da derinleştirecek şekilde bir algı üreten bu suçların engellenmesi, ürettiği belirsizlik ve güvensizliğin ortadan kaldırılması elbette son derece önemliydi. Ancak bundan çok daha önemlisi bunun hukuk devleti normları içinde yapılması çok daha değerliydi.

Yanılmıyorsam, önünün hemen kesildiğini görüyorum.

Çünkü depremin tehdit ettiği en önemli kavramların başında istikrar, güven, demokrasi, insan hakları, özgürlükler gibi bir devlet iradesinin ve varlığının temelini teşkil eden değer ve kavramlar olduğunu bilmek zorundayız. O yüzden devletin masumiyet karinesi ya da yargısız infazların engellenmesi adına ortaya koyacağı tedbirler, etki, irade ve güven, devletin varlığı, itibarı ve geleceği adına büyük bir değer taşıdığı temel bir gerçek.

Öte tarafıyla mesele sadece devlet otoritesinin tesisi ve devamlılığının konusu değil. Aynı zamanda bir ulusal itibar ve prestij konusu. Yani, dışarıdan hiç kimse, bu ülkeye; “Türkler krizini yönetemedi, demokrasiyi işletemedi, kamu düzenini-otoritesini tesis edemedi” diyememeli.

***

Bu olanlardan çıkartacağımız derslerle, depremden sonra karşı karşıya kaldığımız hassasiyetlerin güven tesis edici şekilde yönetilmesi büyük bir değer taşıyor.

Bu minvalde artık seçimlerin ertelenmesi konuşuluyor. Depremin ortaya koyduğu bölgesel etkiyle, ürettiği teknik sorunlar ve yıkım nedeniyle ertelenmesi söz konusu olabilir. Ancak bu kararın kamuoyu vicdanını ve onay veren muhakemesini yanına alacak şekilde, mümkünse tam bir siyasi konsensüsle, değilse çoğunluğun uyumuyla alınması, akıllarda ve vicdanlarda bir soru işaretinin kalmaması gerekiyor.

Depremin sarsıcı etkisi o kadar büyük ki, toplumun bu büyük acıyı kendi menfaatleri doğrultusunda kullanmak isteyenleri, en acı şekilde cezalandıracağını düşünüyorum.

Neden işin siyasetine girdim?

Yazının başında bazı meçhul şahıs ve organize yapıların, deprem yağmacıları üzerinden ortaya çıkan görüntüleri, toplumu, devlet iradesi ve otoritesini ve tesis edilmeye çalışılan istikrarı manipüle ve provoke etmek için bir fırsat olarak değerlendirmeye çalıştıklarını ifade etmiştik.

Neden?

Neden faili meçhul birileri, depremden sonra ortaya çıkan gerçekliği manipüle etmeye kalkıyor?

Neden birileri hassasiyetimiz, kırılganlıklarımız, kutuplaşmamız, öfkelerimiz üzerine biniyor?

Var olan görüntüleri neden kendi emelleri doğrultusunda anlamlandırmaya çalışıyorlar ve neden bunu dezenformasyonla besliyorlar?

Bunun çok daha etkilisini (siyaset-seçimler dâhil) önümüzdeki süreçte çok daha yoğun ve etkili bir şekilde yapmaya çalışacaklarını da görmek gerekiyor.

Yani bizim birbirimize olan öfkemiz, kutuplaşmamız, kırılganlıklarımız, eleştirilerimiz, yaptığımız hatalar sadece bize kalmıyor, kullanılıyor.

***

Bu konu genel geçer bir yaklaşımla propaganda ve psikolojik harbin konusu olarak tanımlansa da bu meşum sektör bilimle, etkileşim-iletişim alanların sunduğu fırsatlarla çok gelişti, değişti ve çeşitlendi. Toplumları manipüle etme (çıkarlar doğrultusunda yönetme ve yönlendirme), kamu diplomasi, etki ajanlığı, nüfuz casusluğu, algı yönetimi, asimetrik bilgi ya da asimetrik dezenformasyon harekâtı gibi son derece sofistike/bilimsel bir yelpaze ortaya çıktı.

Bilinç geliştiremeyen toplumların bu tür tehditlere karşı tedbir geliştirebilmeleri elbette çok kolay değil.

Elbette Kendi içinizde kavga edebilirsiniz, ama kavganızın üçüncü güçlere fırsat sunmaması, ulusal bütünlüğe tehdit oluşturmamasını da sağlamalısınız.

***

Eminim, hafızalarımızda hâlâ yakın geçmişte kentlerimizde maruz kaldığımız terör olaylarının sıcaklığı var. O nedenle anlatmak zor olmayacak. Aslında bu terör eylemlerinin temel bir amacı vardı: Terör, bombalı araç, intihar, bombalı paket eylemlerinin fiziki etkileri taktiksel olarak kalırken/tanımlanırken, stratejik etkisini (kitle iletişim ve etkileşim araçları üzerinden), kitlelerin zihinlerine sızarak göstermeye çalıştı. Yani terörün temel amacı soyut değildi, fiziki yıkım üzerinden soyut yıkıma erişmekti. Ve soyut yıkım üzerinden somut yıkıma, bizim gücümüzü bize/birbirimize karşı kullandırmaktı.

Başardı mı?

Halimize bakarak, ana siyaseti eksenleri nasıl manipüle ettiğine bakarak, yanıtı lütfen siz verin.

Yani kabaca terör her zaman ortaya koymaya çalıştığı psikolojik etki ile toplumları ve karar vericileri menfaatleri doğrultusunda yöneltmeye ve mobilize etme çabası içerisinde oldu.

Terörün gerçekleştirdiği eylemler (yıkım-dehşet) üzerinden karar vericileri, karar uygulayıcılarını ve toplumu baskı altına alma, belirsizlik ve kaos üretme, yanlış kararlara ve düşüncelere zorlama, toplumu kırılganlaştırma gibi pek çok amacı güttüğü yalın bir gerçek olarak ortada duruyor.

Şimdi ise bırakın bir terör örgütünün taktiksel yıkıma neden olduğu terör eylemlerini, yıllarca süren bir savaşın dahi, yüzlerce stratejik bombardıman uçağından atılan on binlerce bin-iki librelik (yaklaşık 500-bin kg) kudretli bombanın dahi yapamayacağı bir yıkımla karşı karşıyayız.

Karşı karşıya kalınan yıkımın, Hiroşima’ya atılan atom bombasının -ki etkisi 17 kiloton seviyesindeydi- ortaya koyduğu yıkımdan yüzlerce kat büyük olduğu ifade ediliyor.

Anlatmaya çalıştığım şudur:

Terör taktiksel boyutta yıkım ürettiği bir bilinç-zihin sızmasında toplum dramatik seviyede, sosyolojik, psikolojik, antropolojik olarak etkileniyorlarsa, böylesinde bir bölgesel ve kitlesel yıkımda psikolojilerin, sosyolojilerin çok daha ağır bir biçimde sarsılacağını, travmalar gelişeceğini ve gelişen bu travmaların, psikolojisinin, hassasiyetlerin ve kırılmaların başta sahada ortaya çıkacak istismarcılar dâhil olmak üzere YPG/PKK, FETÖ terör örgütleri, dini istismar eden yapılar-radikaller, bazı güç ve menfaat odakları, devlet dışı aktörler, istihbarat servisleri, misyonerler ve çeşitli emeller peşinde koşan devletler tarafından istismar edilebileceği gerçeğidir.

Yani öfkemizin, acımızın, yıkımımızın, yalnızlığımızın bize karşı kullanılmasıyla ilgili son derece riskli bir fotoğrafla karşı karşıyayız.

***

Bir diğer tarafıyla hemen görüldü. Bazıları son derece bilinçsiz, ama kimileri var ki son derece bilinçli ve sinsice depremi mezhebi, meşrebi, etnik farklılıklar üzerinden okumaya, okutmaya çalıştı. Aidiyetlerinin propagandasını, ait hissetmediklerinin dezenformasyonunu yaptı.

Bir başka açıdan, her travmada olduğu gibi, teolojik kirlilik, dogmalar, batıl inanışlar, hurafeler, sözde olağanüstü haller, cehalet, bilim ve gerçek dışılık devreye girdi.

Gerçek inançta, bilimde, akılda, millet olma ruhunda olmayan bu sorunlar, farklılıklar, kırılma noktaları ne yazık ki her zamankinden çok daha fazla etki üretmeyi amaçlamış şekilde deprem güncesinde de devrededir.

Ve bu da sunulan bir fırsattır.

Üçüncül güçler bunları da kullanılacaktır.