Can Atalay dosyası ne olacak?

Anayasa Mahkemesi hafta içinde Can Atalay ile ilgili dosyaya ait gerekçeli kararını yayımladı. Buna göre kararda Can Atalay’ın bireysel başvuru hakkının ihlal edildiği oy birliğiyle, seçme ve seçilme hakkının ihlali ve kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlali hususları ise oy çokluğuyla kabul edildi. 

Hafızaları tazeleyip süreci en başından hatırlamakta fayda var. Can Atalay’ın kamuoyunda Gezi kalkışması olarak bilinen davada yargılandığını belirtmek gerek. 

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan yargılamada, Can Atalay’a Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüsten 25.04.2022 tarihinde 18 yıl hapis cezası veriliyor. 

28.12. 2022 tarihinde bölge adliye mahkemesi bu kararı onadı. Dosya bu defa incelenmek üzere Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne gönderildi. Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin incelemesi devam ederken Can Atalay, 14 Mayıs 2023 tarihinde milletvekili seçildi.

Ardından Can Atalay’ın avukatları, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne Anayasanın 83. maddesi gereği yargılamaya durma kararı verilmesini ve Can Atalay’ın tahliye edilmesini talep ettiler. 

Yargıtay 3. Ceza Dairesi 13.07.2023 tarihinde, bu talebi reddetti. Ret kararında da Anayasa’nın 83. maddesinde bahsedilen iki istisna olduğunu, Can Atalay’ın ise Anayasa’nın 14. maddesi kapsamında belirtilen durumlardan bir suç sebebiyle ceza yargılamasının devam ettiğini, bu durumda bir belirsizlik olmadığını gerekçe gösterdi. 

28.09.2023 tarihinde de Yargıtay 3. Ceza Dairesi kesin kararını veriyor ve Türk Ceza Kanunu’nun Hükümete Karşı Suçlar başlığıyla 312. maddesinde düzenlenen Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs suçundan aldığı 18 yıl hapis cezasını onaylıyor. 

Herkesin malumu olduğu üzere Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi arasındaki tartışma Anayasa’nın 14. maddesinin yorumuna ilişkin çıkıyor. 

Yasa koyucu, kanunları düzenlerken bazen boşluk bırakabilir. Burada hakimler takdir yetkisini, örf ve âdet hukukuna göre uygular. Yani kanunda boşluk olması hukukta boşluk olduğu anlamına gelmez. Bir başka deyişle kanuni belirsizlik, hukuki belirsizlik anlamı taşımamaktadır. Yasa koyucu bilinçli olarak bu boşluğu bırakmış ve içtihatlarla bu boşluğun dolmasını talep etmiştir. 

Bunun yanı sıra Anayasa’nın 14. maddesine baktığımızda; burada belirtilen durumların Türk Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu’nda düzenlenip düzenlenmediğini, Türkçe bilen herkes görebilir. 

Anayasa’nın Temel Hak ve Hürriyetlerin Kötüye Kullanılması başlıklı 14. Maddesi: 

“Anayasa’da yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz. Anayasa hükümlerinden hiçbiri, devlete veya kişilere, Anayasa’yla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasa’da belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz. Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler kanunla düzenlenir.” 

Can Atalay’ın ise hükümete karşı suçlar başlığında, hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs suçundan ceza aldığını önümüze koyduğumuzda aslında Anayasa’nın 14. maddesinde belirtilen durumların, Türk Ceza Kanunu’nda düzenlendiğini görüyoruz. Yine Terörle Mücadele Kanunu’nun 3. maddesinde hangi suçların terör suçları sayıldığı da açıkça görülmektedir. Dolayısıyla Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin görüşünün hukuken doğru olduğu kanaatindeyim. 

Ancak Anayasa Mahkemesi’nin Ömer Faruk Gergerlioğlu ve Leyla Güven kararları benzer kararlardır. Bu kararlarda hem Yargıtay 3. Ceza Dairesi hem de Yargıtay Ceza Genel Kurulu, Anayasa Mahkemesi kararını uygulamıştır.

Anayasa Mahkemesi özellikle Gergerlioğlu kararında, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bildirimde bulunarak Anayasa’nın 14. maddesinde belirtilen durumlara ait kanuni boşluğun doldurulması gerektiğine dair bilgi veriyor. Ancak TBMM’de ne yazık ki buna ilişkin herhangi bir çalışma yapılmıyor. 

Bugün geldiğimiz noktada ise Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Ömer Faruk Gergerlioğlu ve Leyla Güven dosyalarından sonra içtihat değiştiriyor. Ancak buna rağmen Anayasa Mahkemesi bir karar vermişse bu kararların kesin olduğu ve bağlayıcı olduğu açıktır. Nitekim Anayasa’nın 138. maddesi mahkeme kararlarının herkesi bağladığını belirtirken, 153. maddesi ise Anayasa Mahkemesi kararlarının tüm devlet organları ile gerçek ve tüzel kişilerinin yanı sıra özellikle yargı organlarını da bağladığını açıkça düzenlenmiştir.

Hâl böyleyken, bir hukukçu olarak her ne kadar Can Atalay’ın seçme ve seçilme hakkına ilişkin anayasal hakkının ihlal edilmediğini düşünsem de Anayasa Mahkemesi kararına rağmen serbest bırakılmayarak, bireysel başvuru hakkı ihlal etmiştir. Dolayısıyla anayasal düzenimizin devamlılığı ve hukuk devleti ilkesi gereğince Can Atalay serbest bırakılmalıdır.

Hemen sonrasında ise yapılacak ilk iş 12 Eylül darbe anayasası yerine modern, çerçeve bir anayasa hazırlığına girişilmelidir.