Devlete "terörist" ya da "katil" diyemezsiniz!

İstiklal Caddesi’ndeki hain saldırıyı provoke etme anlamına gelecek açıklamalar, “Biz yapmadık” diyen PKK’nın ekmeğine yağ sürerken, teröristlerin ipini elinde tutan uluslararası aktörlerin de hoşuna gidiyor olmalı.

İçişleri Bakanlığı, bombayı koyan kadın teröristin, PKK/PYD tarafından istihbarat elemanı olarak yetiştirildiğini itiraf ettiğini açıklıyor ama birileri buna inanmıyor. Terörist 10 saatte yakalanıyor, birileri tebrik etmek yerine, “Nasıl bu kadar çabuk yakalanır?” sorusuyla bityeniği arıyor. Bir başkası, terörist hastaneye götürülürken, sadece iki polis olduğunu söylüyor. Gerçekte ise her taraf polis kaynıyor. Canı pahasına terörle mücadele edenler itibarsızlaştırmaya çalışılıyor. Eleştirel sınırlar aşılıp, insafsız bir saldırı ve vicdansız yorumlar ön plana çıkıyor.

DEAŞ ve  PKK/PYD gibi tüm terör örgütlerinin ipini elinde tutanların, tasmayı ne zaman ve niçin çözdüklerini anlamak her zaman kolay olmayabilir. Ama tasmanın bağlı olduğu ipi kimin tuttuğunu hep bilirsiniz.

İşte o el tam 100 yıldır Türkiye’nin de içinde olduğu coğrafyayı kan gölüne çeviriyor. Kardeşi kardeşe kırdırıyor, her seferinde haritayı yeniden çiziyor.

TERÖR, MEZHEP KAVGALARI, DARBELER

Orta Doğu’daki “esas oğlan” rolünü, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra İngiltere’den devralan Amerika, petrol ya da stratejik önemi nedeniyle hizaya getirmek/hizada tutmak  istediği ülkelerde birkaç metot uyguluyordu:

Terör, mezhep kavgaları, darbeler vesaire…

Bir de kolayca kukla haline getirebilecekleri, emirler, şeyhler, krallar, darbeci generaller vasıtasıyla bu ülkeleri demokrasiden uzak tutuyordu. Millet bilinci yerine, aşiret ve mezhep aşılarıyla her ülkeyi kendi içinde minik minik yapılara bölüyordu.

Irak, İran, Suriye, Libya, Lübnan, Mısır ve Türkiye terörün odağındaki ülkeler haline getirildi. Her ülkenin kendi gerçeklerinden birer terör örgütü yarattılar. İpleri kendi elinde olan eli silahlı kuklalar ürettiler.

 “Ülkemin çıkarları” diyen kim varsa ya suikastlarla ya da darbelerle saf dışı bıraktılar.

ABD ve Rusya, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra her ne kadar etki alanlarını belirlemiş ve paylaşmışlarsa da bu alanlar içinde kalan ve kendilerine sorun çıkaran ülkeleri ve liderlerini cezalandırmaktan geri durmadılar.

AMERİKA’NIN ORTA DOĞU’DAKİ ÇILGINLIKLARI!

Özellikle ABD, Rusya ile dirsek temasına geçenlerin biletini anında kesti.

Menderes’in kredi anlaşmaları için Rusya ile anlaşması sonunu getirdi.

1979 İran Devrimi ve 1980 12 Eylül darbelerinin peş peşe gelmesi sadece bir tesadüf müydü?

Şah Pehlevi, tıpkı Demirel gibi Rusya ile yakınlaşıyor ve İran Demir Çelik işletmelerini o zamanki adıyla SSCB’ye veriyordu. 1967’de SSCB Başbakanı Kosigin’le anlaşmalar imzalayan, İskenderun Demir Çelik ile Karadeniz Bakır işletmelerinin sermayesini yine Kosigin’den alan Süleyman Demirel, bir süre sonra Şah Pehlevi ile aynı akıbeti paylaşıyordu. Önce 12 Mart, ardından 12 Eylül 1980 darbeleri Demirel’i iktidardan uzaklaştırıyordu.

ABD’nin Orta Doğu’da, İsrail’in güvenliği ve kendi çıkarları adına yapmadığı çılgınlık kalmadı. Her iç savaşın ya önünde ya arkasında O vardı. Hillary Clinton, 2003’te Irak El Kaidesi’ni DEAŞ adıyla kendilerinin kurdurduklarını itiraf etmemiş miydi?

Şu an ABD’nin başında, 1988’de Filistin davasını tanıyan Türkiye için, “Etrafını ateş çemberine çeviririz” diyen Biden var. Sadece Biden değil, İsrail’in güvenliği için bütün Orta Doğu’yu 1948’den beri ateş altında tutan bir Amerika söz konusu.

Cambaza bakmak yerine arkamıza dönüp gerçekleri görmenin, birlik-bütünlük içinde, kutuplaşmadan, kardeşçe ve hakça yaşamanın zamanı gelmedi mi hâlâ?

İstiklal Caddesi’ndeki alçak saldırının arkasında “devlet izi” arama gayretine düşenler, her fırsatta “devlet katil” diyenlerin ta kendisidir. Demokrasilerde elbette devlet bile eleştirilir. Hükümetler yerden yere vurulabilir. Devleti yönetenler siyasi anlamda linç bile edilebilir. Ama devlet katillikle, teröristlikle suçlanamaz. Demokrasinin beşiği, insan haklarının merkezi dediğiniz ülkelerde bile bunu yapamazsınız.