“Doğa ile savaş halindeyiz; eğer kazanırsak kaybederiz"

0:00/ 0:00

Çocukluğum Trabzon’da geçti. Yazları mezraya çıkardık, orada küçük bir evimiz vardı. Evimizin az ilerisinde su ihtiyacımızı karşıladığımız bir kaynak suyu akardı. Bu kaynak suyundan pişen yemeklerin, demlenen çayın lezzetini başka bir yerde bulamıyorduk. Sonra ne mi oldu? Mezramızın bulunduğu alanlara yeni kocaman yollar yapıldı, kıymeti bilinmeyen o güzelim kaynak suları da kayboldu gitti.

Geçen yaz mezraya çıktım, kimsecikler kalmamış. Evler eskimiş, yollar ıssız, sular çekilmiş. Değdi mi? Su nerede hayat orada...

Vakti zamanında rahmetli Kazım Koyuncu, Karadeniz Sahil Yolu’na karşı çıktı. "Karadeniz’in kalkınmasını istemiyorlar, hizmetin önünü kesiyorlar" diye yaftalandılar. Oysa Karadeniz insanı demek deniz demekti. Yıllar sonra anlaşıldı ki Kazım Koyuncu haklıymış, ancak iş işten geçti. Bir baktık ki Karadeniz Sahil Yolu, Karadeniz insanının denizle bağını koparan bir set gibi boydan boya çekilmiş. Ordu, Ünye, Fatsa; denizini ve sahilini bu projenin hışmına uğratmamış şanslı yerlerden...

Muğla Milas'taki Akbelen Ormanı'nda kömür maden sahasının genişletilmesi çalışmaları bölge halkının direnişine sahne oldu. Burada, “Ağaçlar kesiliyor” diyerek nöbete başlayan bölge halkının aslında dört yıldır verdiği bir mücadeleden bahsediyoruz.

Bu bölgede linyit kömürü kullanarak elektrik üretimi yapan Yeniköy ve Kemerköy Elektrik Üretim ve Ticaret A.Ş. bulunuyordu. 2014'te özelleştirilerek devletten aldıkları ihaleler ile sık sık gündeme gelen Limak ve İÇTAŞ’ın kurduğu YK Enerji'ye devredildi. YK Enerji, bölgeye adım attığı ilk günden bu yana yaptığı doğa kıyımlarından dolayı bölge sakinlerinin tepkisini çekiyor.

Enerji üretimini sürdürebilmek ve linyit rezervini çıkartmak için yerleşim yerlerine kadar uzanan ormanlık alanlarda kesime başlanınca olaylar büyüyor. Bugün, Yeniköy Termik Santrali'nde iki ünite ve Kemerköy Termik Santrali'nde üç ünite ile toplam 1095 MW Kurulu güce sahip santraller Türkiye'nin elektrik ihtiyacının ortalama yüzde 2,5'ini, Ege'de kullanılan elektriğin ise yaklaşık yüzde 62'sini karşılıyor.

Peki bu durumu ormanların katledilmesine, su yataklarının yok edilmesine haklı gerekçe olarak göstermek yeterli mi? Kazanılan şey kaybedilenlerden değerli mi? Daha insaflı olunamaz mı? Öncesinde halkla ilişkiler sağlanarak, doğru iletişim kanalları kullanılarak hayata geçirilecek projenin rehabilitesi yapılamaz mı?

Özelleştirme politikalarından sonra Limak ve İÇTAÇ gibi bazı büyük şirketler çok fazla göze batıyor. Bu şirketler halkla karşı karşıya gelmekten çekinmiyorlar. Kendilerini devletin üzerinde görüyorlar. Para her şey demek zannediyorlar. Paranın satın alamayacağı değerler var. Güven, saygı, sevgi gibi, bir yudum nefes, bir yudum su gibi, yağmur gibi…

Özelleştirme politikaları kâr ve zarar bağlamında yeniden ele alınıp elektrik üretimi ve dağıtımı, maden işletmeciliği gibi büyük iş sahalarının, kamunun yararına olacak şekilde devlete devredilmesi gerekliliğinin altını çizmek lazım. Harici hem devleti hem halkı sömüren, tekelleşerek piyasayı şekillendiren, vesayetçi bir anlayışla kendilerini dokunulmaz addeden ve böylece kontrolsüz güç haline gelen şirketlerin esiri olmaktan kurtulamayız.

Her muhalif sesi kötü olarak tanımlama hatasına düşülüyor. Türkiye belli bir aşamadan geçti. Kimin, ne niyet taşıdığı biliniyor. Samimi itirazları gölgede bırakmak, bastırmak, duyarsız kalmak, önemsememek en çok terör örgütlerinin, kriminal yapıların ve çevreci görünümlü provokatörlerin işine yarıyor. Derdi olanı, sesini devlet yetkililerine duyurmaya ve sorunlarına çözüm bulmaya çalışan insanları anlamak ve su istimale açık hale getirmemek gerekir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, doğru iletişim sağladığı takdirde halkının itirazlarını ve hassasiyetlerini dikkate almış, bu doğrultuda kararlar değiştirmiş bir liderdir. Her defasında iktidara gelmesinde bu özelliğinin katkısı büyüktür. 2019 yılında, onaylanan meclis kararının geri çekilmesini talep ederek, "Baca gazı filtreleme sistemleri olmayan kömürlü termik santrallerinin havayı kirletmesine, insanlarımızı zehirlemesine asla izin vermeyiz gerekirse bu işletmeleri kapatırız" çıkışını hatırlayalım…

Muğla Milas'taki Akbelen ormanlarının kesilmesine, akarsularının, köylerinin yok olmasına rıza göstermeyen bölge sakinleri bir şey söylüyor. İktidar, muhalefet ayırmadan tepkilerini ortaya koyuyorlar. Siyaseten bu işi kullanmak isteyenlere karşı çıkıyorlar. Bir tarafta yanan ormanlarımız, bir tarafta kesilerek yok edilen ormanlık alanlar. Ciğerlerimizin yandığının ve nefesimizin kesildiğinin farkındayız değil mi?

Kanuni Sultan Süleyman’ın, “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi.
Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi” diye hayata dair anlamlı bir sözü var. Hiçbir şey sağlıktan önemli değildir. Tek bir nefesin bile değeri bilinmelidir. Bütün dünya insanın olsa bile sağlık olmayınca ne işe yarar.

Şöyle bir oturup düşünelim. Kızmadan, öfkelenmeden, itmeden, dışlamadan, kin beslemeden, diklenmeden, benliğe kapılmadan, “insan ne için yaşar” sorusunu kendimize bir soralım ve empati yaparak karşımızdakini anlamaya çalışalım…

Doğaya saygı, çevre duyarlılığı önemli ve bu anlamda bilinçli toplum haline gelmek için hep birlikte çapa sarf etmeliyiz.

 Hubert Reeves'in dediği gibi: Doğa ile savaş halindeyiz. Eğer kazanırsak kaybederiz.