Öyle insanlar vardır ki, yaşarken rahat etmez, ettirmez de…Onların varlığı sistemin içinde istenmez. Yerleşmiş düzene, ezberlenmiş yalanlara, cehalete, sömürüye karşı ayağa kalkarlar. Nihat Genç işte o insanlardandı.
Bir süredir akciğer kanseriyle mücadele ediyordu. Mücadele, onun için yeni bir şey değildi. Ömrü boyunca mücadele etti. Bugün, o mücadele sessizce sona erdi. Fakat ardında kalan, basit bir veda cümlesinden fazlası...
Yaz mevsimi ne yazık ki orman yangınlarını da beraberinde getirdi. Haziran ayı itibarıyla Türkiye, son yılların en yoğun orman yangını sezonlarından birini yaşıyor. Özellikle İzmir’in Seferihisar, Menderes, Doğanbey ve Gümüldür bölgelerinde başlayan yangınlar rüzgârın da etkisiyle geniş alanlara yayıldı; 50 binden fazla vatandaş tedbir amaçlı tahliye edildi. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın verilerine göre sadece İzmir’deki ormanlık alanlarda yüksek güvenilirlik seviyesinde 26’dan fazla VIIRS yangın alarmı kaydedildi.
Öte yandan Mersin’in Bozyazı ilçesi, Sakarya, Balıkesir ve Bilecik gibi farklı noktalarda da orman yangınlarıyla amansız bir mücadele yürütülüyor. Binlerce hektar alan küle dönerken, insanların belleği, yaşam alanı ve geleceğe dair umutları da zarar gördü. Mersin Bozyazı, Sakarya, Bilecik ve Balıkesir gibi farklı noktalarda da yangınlara karşı hızlı ve kapsamlı müdahaleler gerçekleştirildi. Tarım ve Orman Bakanlığı koordinasyonunda; 27 uçak, 105 helikopter, 14 İHA, 6.000’den fazla arazöz ve 25 binin üzerinde personelle sahada büyük bir mücadele yürütüldü.
Ortadoğu haritası, zamanın yıpratıcı akışıyla şekillenen bir satranç tahtası gibi… Devletler kuruldu, dağıldı, rejimler geldi geçti. Bölgede kurulan devletler, küresel güç dengelerinin sömürgecilik hesaplarına göre şekillendi. Kimisi tarihe karıştı, kimisi krizlerle devinim içinde varlığını sürdürdü. Her yeni dönem, bölgeyi yeniden yorumlamayı zorunlu kıldı.
Bu kırılgan ve çok aktörlü coğrafyada İran örneği özel bir dikkat gerektiriyor. İran, köklü tarihi, kültürel sürekliliği ve toplumsal refleksleriyle bölgesel gelişmelere farklı biçimde yanıt veren nadir örneklerden biridir.
2024 ABD başkanlık seçimi, politik olarak en dar kazanımlardan birine sahne oldu. Donald Trump, rakibi Kamala Harris’e sadece %1,5 farkla; %49,8’e karşı %48,3 oy alarak Beyaz Saray’a geri döndü. Bu kadar kritik bir yarışta Trump’ın “No New Wars” gibi barış odaklı söylemlerle seçmeni ikna etmeseydi, bu tartışmalı başarı mümkün olabilir miydi? Büyük olasılıkla hayır…
“No New Wars” ifadesi, İngilizce’de “yeni savaşlar yok” veya “yeni savaşlara girmeyeceğiz” anlamına gelir. Donald Trump’ın 2016 kampanyasında da “sonsuz savaşlar” karşıtı söylemleri vardı. Özellikle 2016 ile 2019 arasında süreklilik taşıyan bu mesajlar, Trump’ın dış politika vizyonunda temel argümanlardan biriydi.
Ortadoğu’da kalıcı barıştan söz etmek, güç dengesi yok sayıldığında bir yanılsamaya dönüşür. Bu yanılsamanın en belirgin örneği ise İsrail’in bölgede kurduğu tek taraflı güvenlik hegemonyasıdır. İsrail, bölgedeki fiili nükleer güç olarak, nükleer silahlara sahip olduğunu ne açıkça kabul eder ne de reddeder.
Bu “belirsizlik siyaseti” altında yüzlerce savaş başlığına sahip olduğu herkesçe bilinen bir sırdır ve bu cephanelik, uluslararası denetimlerden muaf; çünkü İsrail, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’na (NPT) taraf değildir.
İsrail’in İran’a yönelik gerçekleştirdiği kapsamlı hava saldırısı, konvansiyonel askeri bir müdahalenin ötesinde, istihbarat gücünün bir savaş enstrümanına nasıl dönüştürüldüğünü gösteren çarpıcı bir örnektir. İran’ın nükleer tesislerinden Devrim Muhafızları karargâhlarına kadar çeşitli yüksek güvenlikli alanlara yönelik bu operasyon, teknik üstünlüğün yanı sıra uzun vadeli bilgi toplama ve analiz kapasitesiyle mümkün olmuştur. Bu bağlamda, İsrail’in istihbarat doktrini tarihsel süreç içinde şekillenmiş, sistematik bir devlet politikası hâline gelmiştir.
CASUSLUK VE YAHUDİ TOPLUMU ALGISI
Manisa tarihinin en yüksek oyuyla Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Ferdi Zeyrek, evinde bulunan havuz makine dairesindeki elektrik arızasını gidermeye çalışırken elektrik akımına kapılarak ağır yaralandı. Manisa Celal Bayar Üniversitesi Hafsa Sultan Hastanesi’ne kaldırılan Zeyrek, ne yazık ki üç gün süren yoğun bakım sürecinin ardından hayatını kaybetti.
Bir belediye başkanı düşünün; vefat haberi her kesimde derin bir üzüntü yarattı. Sokakta pazarcıdan iş insanına, üniversite öğrencisinden emekliye kadar herkesin yüreğinde bir iz bırakmış ve herkesin dilinde aynı cümle: “ O çok iyi bir insandı.”
Türkiye Basın Federasyonu (TÜBAF) öncülüğünde, İsrail’in Filistin’de sürdürdüğü insanlık ve hukuk dışı uygulamalara dikkat çekmek ve bu zulme karşı durmak amacıyla Sultanahmet Meydanı’nda “Filistin İçin Sessiz Kalma” başlıklı 24 saat aralıksız devam eden bir ortak canlı yayın programı düzenlendi. Türkiye’nin yanı sıra farklı ülkelerden de gazetecilerin katılım sağladığı etkinlikte, yaklaşık 100 gazeteci bir araya gelerek Filistin’deki mazlumların sesi olmaya çalıştık.
Gösterdikleri duyarlılık, insanlık onuruna verdikleri değer ve ortaya koydukları kararlı duruş için Türkiye Basın Federasyonu’na gönülden teşekkür ediyorum. Gerçekten de çok anlamlı bir organizasyona imza attılar.
24 Mayıs günü, Beyaz Saray’da gerçekleşen basın toplantısı, diplomasi tarihine adeta tiyatral bir sahne olarak geçti. ABD Başkanı Donald Trump, Güney Afrika Cumhurbaşkanı Cyril Ramaphosa’yı kameralar önünde ağır ithamlarla hedef aldı. Özellikle beyaz Afrikalı (Afrikaner) çiftçilere karşı “soykırım” yapıldığını ileri sürerek Ramaphosa’yı bu duruma sessiz kalmakla suçladı. Söz konusu iddialar, uluslararası hukukta karşılığı olmayan ve iç siyaset malzemesi hâline getirilmiş çarpıcı söylemlerdi. Ancak perde arkasındaki asıl oyun, bu suçlamalardan çok daha dikkat çekiciydi.
Toplantıyı sıra dışı kılan esas konu ise, toplantı heyetinde bulunan Güney Afrika’nın en zengin beyaz iş insanı Johann Rupert’ın, yaptığı çıkış oldu. Rupert, Güney Afrika’nın iletişim ve finans altyapısında, medya ve finans sektöründe güçlü bir aktör olarak bilinir.
Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye siyasal yaşamının en köklü aktörlerinden biri olmasına rağmen, son yıllarda kimlik bunalımı, parti içi çekişmeler, liderlik krizi ve ifade özgürlüğü tartışmaları eşliğinde derin bir kriz sürecinden geçmektedir.
Özellikle 2023 sonrasında gerçekleşen genel başkan değişimiyle birlikte, parti içinde liderliğin meşruiyetine ilişkin tartışmalar ve örgütsel gerilimler daha görünür hâle gelmiş; bu durum ideolojik yönelimden kurumsal yapıya kadar pek çok alanda ciddi bir belirsizlik ve istikrarsızlığa yol açmıştır.
Turizm sezonu açılıyor. Tatil planları yapılmaya başlandı, oteller konuklarını karşılamaya hazırlanıyor, sahil beldeleri yavaş yavaş canlanıyor. Ancak akıllardaki soru değişmiyor: Turizmde fırsatçılık sorunu ne olacak?
Türkiye, 2024 yılında turizmde tarihi bir başarıya imza attı. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, 2024’te ülkemize gelen ziyaretçi sayısı 62 milyonu, elde edilen toplam gelir ise 61,1 milyar doları aştı. Kültür ve Turizm Bakanlığı ise 2025 için hedefi daha da büyüttü: 70 milyon turist ve 70 milyar dolar gelir. Bu, ilk bakışta gurur verici ancak bu büyük başarıya giden yolda dikkat edilmesi gereken bazı önemli hususlar var.
Donald Trump, 2017 yılında ABD Başkanı olarak göreve başladığında ilk yurt dışı ziyaretini Suudi Arabistan’a yaparak alışılagelmiş diplomatik reflekslerin dışına çıkmıştı. Bu tercih hem ekonomik hem de sembolik olarak anlamlıydı. Yaklaşık 400 milyar dolarlık silah ve altyapı anlaşmasıyla Trump, “Amerikan İş Dünyası için başkan” imajını dış politikada da göstermek istemişti. O dönem Obama ile mesafe konulan Suudi Arabistan’la ilişkileri yeniden tesis etmeyi hedefliyordu.
2025 yılında ikinci kez başkan olan Donald Trump, dış politikasına yine Ortadoğu’dan başladı. Ziyaretlerinin odak noktası bu kez yine trilyon dolarlık silah ve enerji anlaşmalarıydı. Siyasi beklentiler ise karşılanmadı. Doha’da Hamas ile İsrail arasında süren ateşkes görüşmeleri sonuçsuz kaldı. Gazze için beklenen ateşkes sağlanamadı, Trump Katar’da bu konuda somut bir adım atmaktan kaçındı. Aynı şekilde gündemdeki İran dosyasında da ilerleme kaydedilemedi.
ABD Başkanı Donald Trump, Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni kapsayan dört günlük Orta Doğu turunu tamamladı. Klasik bir siyasi mesaj turundan söz etmiyoruz. Bu, doğrudan doların, enerji kontratlarının ve silah anlaşmalarının konuşulduğu bir pazarlık masasıydı.
Trump’ın Ortadoğu turunun en dikkat çekici yönü, imzalanan devasa ticaret ve savunma anlaşmaları oldu. Suudi Arabistan’la 600 milyar dolarlık yatırım taahhüdü alındı. Bu paketin içinde, 142 milyar dolarlık bir savunma anlaşması yer alıyor ve bu anlaşma kapsamında Amerikan şirketlerinden son teknoloji savaş ekipmanları ve askeri hizmetlerin sağlanması öngörülüyor.
1947 yılı, dünya tarihinin en büyük ve en kanlı göçlerinden birine sahne olmuştu. İngiltere, yaklaşık iki yüzyıl boyunca sömürgesi olarak yönettiği Hindistan’dan çekilirken ortaya çıkan iki devletli yapı (Hindistan ve Pakistan), tartışmalı bölge olan Keşmir’in statüsünü çözümsüz bırakmıştı.
İngiltere, “böl ve yönet” (divide et impera) sömürge anlayışıyla hükmettiği topraklarda ayrılığı kalıcı kılmak için planlı bir şekilde hareket etti. Yüzyıllar boyunca aynı coğrafyada bir arada yaşamayı başarmış Hindu ve Müslüman toplulukları, İngiliz yönetimi altında sistematik biçimde ayrıştırıldı.
Modern çağın en derin kırılmalarından biri, bilginin salt öğrenme ya da keşif süreci olmaktan çıkıp toplumsal kontrolün temel aracına dönüşmesidir. Oysa bilgi, en az güç kadar politiktir. Fransız filozof Michel Foucault’ya göre bilgi, sadece hakikati açıklamak için kullanılmaz; denetim kurmak ve düzeni meşrulaştırmak amacıyla da işlev görür. Bilgi ile iktidar arasında doğrudan bir ilişki vardır. Bilgi, nesneleri tanımlarken o nesneler üzerinde nasıl davranılması gerektiğini de belirler.
Peki, bu süreçte akıl nerede devreye giriyor? Daha önemlisi, nasıl bir akıl? Bugünün dünyasında hâkim olan akıl tipi, “araçsal akıl”dır. Yani amaçlardan çok araçlara odaklanan, değerlerden çok verimlilik peşinde koşan bir akıl. Araçsal akıl “ne yapmalıyım?” değil, “nasıl yaparım?” sorusunu merkeze alır. İşte bu yüzden bilgi, artık teknik bir stratejiye dönüşmüştür.