Erdoğan’la röportaj yapan gazetecinin şaşkınlıktan donakaldığı o sözler

0:00/ 0:00

AK Parti iktidarının ilk yıllarıydı. Çiçeği burnunda Başbakan Tayyip Erdoğan’ın açıklamaları karşısında şimdi adını hatırlamadığım gazetecinin gözleri faltaşı gibi açılmıştı.

Merakla Erdoğan’ın sözlerini tekrar ederek yeniden sordu:

“Nasıl yani Sayın Başbakan, artık SSK’lılar ilaçlarını normal eczanelerden alabilecekler mi?”

Erdoğan verdiği dozu yeterli bulmamış olmalıydı ki yeni bir şok uyguladı:

“Tam da öyle. Üstelik bedava alacaklar. Daha var. SSK ve Devlet Hastanesi ayrımı olmayacak. Her sigortalı istediği hastaneye gidip muayene olacak, tedavi edilecek.”

Sanki bir mucizenin haberini veriyordu. Hayal edilemeyecek, devrim niteliğindeki vaatlerdi bunlar.

Şu anda herkesin de bildiği üzere çok kısa zamanda da hayata geçti.

Düşünün, SSK kapılarında gece yarılarında sıraya girip beklediği yılları yaşayan, SSK eczanelerinde bulunmayan ilaçları almak için sıralarda kuyruk bekleyen benim gibi insanlara ne ifade ettiğini bu sözlerin. Doktorlar hastanelerin karşısında muayene açmışlardı aşağıdaki fotoğrafta göreceğiniz gibi.

Erdoğan’la röportaj yapan gazetecinin şaşkınlıktan donakaldığı o sözler - Resim : 1

Fotoğrafı paylaşanlar çok güzel bir altyazıyla süslemişler:

“AK Parti’den önceki şehir hastaneleri”

Acı acı güldüm.

Doktorlar görev yaptıkları hastanelerden erkenden sıvışıyor, muayeneden para kırıyorlardı. Hastaneleri ise hasta sevkiyatı için bir araç olarak kullanıyorlardı.

Bu sisteme son verdi işte Tayyip Erdoğan.

Geçenlerde Şişli Etfal’in bir hastanesinde muayene için gittiğim ve beni tanıyıp biraz da aksi davranan bir doktor  “Siz bizim halimizden anlamıyorsunuz, çok kötü durumdayız. 20 yıldır sağlık sistemimizi çökerttiler” deyince bunları ona da hatırlattım. Verdiği cevap ne oldu dersiniz:

“İnanın beyefendi 20 yıl önce sağlık sistemi bundan çok daha iyiydi”

Bu bir delilik hali miydi yoksa ideolojik körlük müydü? Onları anlamak zor, ben vazgeçtim.

20 yıl öncesinde yaşananları tabii ki o günlerde doğan ya da 4-5 yaşında olup da bugün delikanlılık, genç kızlık çağını yaşayanların bilmesi zor. Ama o doktor biliyordu ve HEKİM OLAMADIĞI İÇİN böyle konuşuyordu. Gençlere sabırla anlatmak ve izletmek gerek. Bunun için iletişim araçlarını iyi kullanmalı.

Geçen gün izlediğim 14 Mayıs seçimi için hazırlanan bir AK PARTİ REKLAMI bana gazeteci ile Erdoğan arasındaki bu diyaloğu hatırlattı.

Reklam filmi bir haber anonsu ile başlıyor ve 20 yıl önce komaya giren Abdullah beyin gözlerini mucizevi biçimde açtığının haberini veriyordu. Abdullah bey kendine geldikten sonra başında toplanan ailesine “Parayı nasıl ödeyeceksiniz, 20 yıl olduğunu söylüyorlar” diye soruyor endişeyle. Oğlu ise cevap veriyor “Baba artık para yok, hastaneler ücretsiz” diyerek.

Videonun devamında Abdullah beyin 20 yıl sonraki hayata ilişkin yaşadığı şaşkınlıklar anlatılıyor dokunaklı biçimde.

Ama en hüzünlüsü ise 20 yıl önce küçücük bir çocukken bıraktığı kızı Zeynep’in başı örtülü olarak subay üniformasıyla karşısına çıkması. Ağlatan bir sahne bu.  Bırakın başörtülü bir kadın subayı, başörtülü annelerin subay olan oğullarının diploma törenlerine alınmadıkları dönemde komaya girmişti çünkü Abdullah bey.

Reklam filminde Wolfgang Becker’in Elveda Lenin adlı filminden esinlenilmiş belli. Doğu Almanya’da yaşayan Alex’in annesi 1989 yılında aniden komaya girer. Komada kaldığı sekiz ay boyunca dünya politik düzeninde hiç beklenmedik gelişmeler olur. Duvar yıkılmış ve Doğu Almanya, Batı ile birleşmiştir… Ama Alex, sıkı bir komünist olan annesini doktoru tavsiyesi ile şoklardan korumak için hayali bir “komünist” dünya yaratır ona…

Tatlı bir filmdi.

GEÇMİŞTE OLANLARI BIRAKIN, BUGÜNÜ ANLATMAK YETER…

Bugün ise “Patates-soğanın fiyatını biliyor musunuz, kıyma kaç lira” diyenlere inat, Erdoğan’ın tüm KIYMA VE PATATES-SOĞAN FİYATLARININ ASIL SEBEBİNE NASIL NEŞTER VURDUĞU, bizi küresel baronların insafından kurtardığı, dışa bağımlılığımızın zincirlerini kırdığı, yapısal olan sorunu temelinden çözdüğü anlatılmalı. Kaldı ki soğan 6 liraya, patates de çoktan 9 liraya düştü bile, o da ayrı…

Enerjide milli bağımsızlığımıza çok az kaldı örneğin. Kendimize yeter hale geliyoruz. Petrolümüz toprağın altından, şu anda evlerimize bedava gelen doğalgazımız Karadeniz’in derinliklerinden fışkırıyor.

Avrupa’nın en büyüğü, Konya Karapınar’daki güneş tarlasından üretilen elektrik iki milyon insanın elektrik ihtiyacını karşılıyor. Yusufeli hidroelektrik santrali ile yine milyonlarca insanın elektriği veriliyor artık. Akkuyu Nükleer Santrali’nin Türkiye’nin toplam elektrik üretiminin yüzde 10’unu karşılayacağı ise bir inanılmazın gerçekleşmesi. Rüzgâr, Güneş, Jeotermal santralleri peş peşe açılıyor. Yollarda TOGG başta elektrikli otomobillerin sarf edeceği tüm elektriğimiz yerli kaynaklardan karşılanacak yani. Otomobillerin ithal edilen yaklaşık 50 milyar dolar değerindeki petrolün yüzde 70’ini tükettiğini düşünürsek bunun ne büyük bir DEVRİM olduğunu anlarız.

ALTYAPI PROBLEMİMİZ, yollar, köprüler, tüneller, deniz altından alt geçitler, otobanlar, hızlı tren hatları ve havalimanları, yüzlerce baraj, on binlerce kilometrelik su kanalları ile çözülmüş durumda zaten. Tüm bu gelişmelerin cari açığımızı kapatacağı bizi dışarıya muhtaç eden o yapısal sorunu kökünden çözeceğini bu DEEPFAKE karakterleri başımıza musallat eden Batı’nın küresel baronları zaten çok iyi biliyor ama milletimiz de bilmeli. Batı medyasının paçoz dergilerinin hep bir ağızdan Erdoğan’ı ve Türkiye’yi hedef almaları boşuna değil.

Çünkü ülkemizdeki yapısal olan ve dış enerji bağımlılığımız nedeniyle döngüsel olarak sürekli tekrarlanan ENFLASYON PROBLEMİNİN kalıcı olarak çözüleceği bir döneme adım atmaktayız.

2002’deki durumunu unutup, 2012’den bir miktar geriye giden gelirini ve pahalılığı bahane ederek oylarını vermeyeceğini düşünen insanlara, bunun nasıl PAHALIYA MALOLACAĞINI tek tek anlatmalıyız. Bu ülkenin vatansever insanları, siyasetçileri, gazetecileri, esnafı, işadamı, işçisi, çiftçisi, ev kadını, emeklisi, EYT’lisi…

Bilinmeli ki bu DEEPFAKE Yedili Masa, 14 MAYIS’a tam da İçişleri Bakanı Soylu’nun dediği gibi bir SİYASİ DARBE yapmak üzere hazırlandı ve yetiştirildi.

Ama halk öyle anlaşılıyor ki Erdoğan’ın deyimiyle SANDIKLARI PATLATIP, yedi sülale onların küresel ittifaklarını ağlatacaklar.