Trump’ın Körfez turu: Trilyon dolarlık ziyaret ve yeni dengeler
ABD Başkanı Donald Trump, Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni kapsayan dört günlük Orta Doğu turunu tamamladı. Klasik bir siyasi mesaj turundan söz etmiyoruz. Bu, doğrudan doların, enerji kontratlarının ve silah anlaşmalarının konuşulduğu bir pazarlık masasıydı.
Trump’ın Ortadoğu turunun en dikkat çekici yönü, imzalanan devasa ticaret ve savunma anlaşmaları oldu. Suudi Arabistan’la 600 milyar dolarlık yatırım taahhüdü alındı. Bu paketin içinde, 142 milyar dolarlık bir savunma anlaşması yer alıyor ve bu anlaşma kapsamında Amerikan şirketlerinden son teknoloji savaş ekipmanları ve askeri hizmetlerin sağlanması öngörülüyor.
Katar’la en az 1,2 trilyon dolar değerinde ekonomik iş birliği anlaşması imzalandı. Bu anlaşmalar; Boeing uçakları, GE Aerospace motorları gibi büyük ölçekli havacılık yatırımlarının yanı sıra enerji, ulaşım ve teknoloji alanlarını da kapsıyor.
Birleşik Arap Emirlikleri ile 200 milyar doları aşan yeni ticaret anlaşmaları hayata geçirildi. Bu adımlar, daha önce taahhüt edilen 1,4 trilyon dolarlık yatırım projelerinin hızlandırılmasını amaçlıyor.
Trump, Orta Doğu’daki müttefiklerine stratejik bağlılık vaadi ile devasa ekonomik kazanımlar elde etti. Daha açık ifade etmek gerekirse ABD, güvenlik şemsiyesi karşılığında trilyon dolarlık kazançla bölgeden ayrıldı. Yani Washington, dostluk değil; anlaşmalar satıyor. Orta Doğu ise bunun bedelini ödüyor.
Sonuç olarak bu anlaşmalar, ABD’nin bölgedeki geleneksel müttefikleriyle yeni bir ekonomik ve güvenlik bağı kurma niyetinde olduğunu gösteriyor. Ancak bu adımlar, sadece ABD’yi değil; İran başta olmak üzere bölgedeki tüm aktörleri yakından ilgilendiriyor. Türkiye de bunların başında geliyor…
Silahlar kime karşı, ne için?
Trump, ticari anlaşmalar adı altında Orta Doğu’yu silahlandırıyor mu? Kim kazanıyor, kim kaybediyor? Arabistan, Katar ve BAE bu kadar silahı ne yapacak? Bu sistemler kime karşı kullanılacak? Hele ki radar sistemleri, yüksek irtifa savunma füzeleri, son teknoloji savaş uçakları, elektronik harp sistemleri gibi sofistike paketler... Bu silahlar rastgele sadece “prestij” için ya da ABD’ye ödenecek trilyon dolarlara karşılık vitrin süsü niyetiyle alınmaz. Her ne kadar diplomatik diller ılımlı görünse de görünen hedef İran, görünmeyen hedef kim?
Körfez ülkeleriyle imzalanan savunma ve ticaret anlaşmaları, Trump’a hem ABD iç siyasetinde hem de küresel iş çevreler nezdinde bir “başarı hikâyesi” sunuyor. ABD’nin bölgedeki askeri varlığını azaltırken ekonomik nüfuzunu artırabildiğini gösteren bu tablo çiziyor. Bu da Trump’ın “savaşmadan kazanan, ülkesine para getiren başkan” imajını güçlendiriyor.
Ama bu görüntünün arka planında sessiz silahlar, uzun vadeli hesaplar ve yüksek fatura ödeyen bölge ülkeleri var. Trump, aslında sorun çözmüyor, sadece sorunun üzerine ticaret yapıyor.
Trump’tan “ticaret diplomasisi” sonrası çarpıcı açıklamalar
ABD Başkanı Trump’ın Ortadoğu turu dönüşünde uçakta gazetecilere yaptığı açıklamalar, alışıldık Trump üslubunu yansıttığı kadar, ABD dış politikasının yeni parametrelerini de ele veriyor. İşte satır aralarıyla kısa bir çözümleme:
Pragmatizm ilkesel tutumun önünde. ABD için artık kim dost, kim düşman değil; kimle ne kadar kazanılabilir sorusu daha belirleyici. ABD’nin Ortadoğu politikası, tüm aktörlerle aynı anda temas kurabilme esnekliğine dayanan pragmatik bir denge stratejisini temel alıyor. İsrail’e sınırsız destek verirken, Ahmet eş-Şara’yı övgü dolu sözlerle tanıyabiliyor. İran’a nükleer anlaşma teklif ederken Körfez ülkelerine milyarlarca dolarlık silah satışı yapabiliyor. Bu çok yönlü ve bir o kadar da çelişkili tutum, Washington’un çıkar merkezli çoklu diplomasi anlayışını gözler önüne seriyor.
Beyaz Saray’ın Suriye yönetimine yönelttiği beş talepten biri, Suriye’nin kuzeydoğusundaki IŞİD’lilerin tutulduğu hapishanelerin Şam’a devredilmesi. Bu alanlar şu an SDG/YPG’nin denetiminde ve bu talep, ABD’nin YPG’ye angajmanını aşamalı olarak tasfiye etme eğilimi olarak yorumlanabilir.
Ancak en çarpıcı gelişme ise İsrail’le İbrahim Anlaşmaları’nın imzalanması talebi. Trump, Suriye yönetiminden, İsrail’le diplomatik normalleşmeye gitmesini istiyor. Böylece Trump, hem Suriye’de “radikalizmi ehlileştiren lider” pozisyonuna oynuyor, hem de İsrail’in güvenlik çemberini genişletiyor.
Bu yeni denklemde öne çıkan en kritik gerçek şu: Türkiye, bölgenin ne dışında ne de edilgeni; tam merkezindedir. ABD’nin güvenlik vaatleri karşılığında trilyon dolarlık ticaret düzeni kurduğu bu sistemde, Türkiye hem jeopolitik konumu hem de çok yönlü dış politika kapasitesiyle öne çıkıyor. Askeri caydırıcılığı, insani diplomasisi ve bölgesel meşruiyetiyle masada söz sahibi en önemli aktörlerden biridir.
Trump’ın dönüş yolunda “Filistinlilerin Gazze’den çıkmasına yardım etmeliyiz” diyerek ima ettiği nüfus mühendisliği yeni düzenin en karanlık yüzüdür. Bu türden politikalar sessizce geçiştirilirse, bölge barışa değil, daha derin çıkmazlara sürüklenir. Bu tabloda söz söyleyebilen, yön belirleyebilen ve dengeyi kurabilen her aktör gibi, Türkiye’nin de sorumluluğu büyüktür…