Nihat Genç’e veda

Öyle insanlar vardır ki, yaşarken rahat etmez, ettirmez de…Onların varlığı sistemin içinde istenmez. Yerleşmiş düzene, ezberlenmiş yalanlara, cehalete, sömürüye karşı ayağa kalkarlar. Nihat Genç işte o insanlardandı.

Bir süredir akciğer kanseriyle mücadele ediyordu. Mücadele, onun için yeni bir şey değildi. Ömrü boyunca mücadele etti. Bugün, o mücadele sessizce sona erdi. Fakat ardında kalan, basit bir veda cümlesinden fazlası...

Nihat Genç’i anlamak kolay değildi. Sarsardı. Kimi zaman öfkelendirirdi. Ama yazdığı her cümle, yürekten damıtılmış bir çağrının parçasıydı.

Ne ekranların kolayı seçmiş daimi konuklarındandı, ne yazılarını yazarken ‘şuraya dokunursam üzülürler’ diye düşünenlerdendi. Kırdı, döktü, bağırdı, çağırdı… Ama hep yerli yerindeydi. Çünkü onun derdi popülerite değildi, hakikatti.

Cesur bir kalem… Kimseden çekinmeyen bir dil… Ve bu toprakların dertlerini kişisel hırsların çok ötesinde taşıyan bir yürek. Nihat Genç, yaşamı boyunca fikirle, bilinçle ve gerektiğinde yalnız kalmayı göze alarak milletin sözü olmayı görev bilmiş bir mücadele adamıydı.Kalemiyle yaşadı, kalemiyle direndi. Artık aramızdan ayrıldı. Bu ülkeye dürüstçe ve korkusuzca ayna tutan bir sesi kaybettik.

Nihat Genç, hayatının hiçbir evresinde doğrularından taviz vermedi. Medyada yalnız bırakıldı, sansürlendi, dışlandı ama o hiç geri çekilmedi. Kalemini, sözünü eğip bükmedi. İktidarlar değişti, ideolojiler dönüştü; o olduğu yerde dimdik durmayı başardı. O yer, halkın vicdanıydı. O yer, Cumhuriyet’in idealleri, değerleri, Türkiye’nin çıkarları ve tam bağımsızlığıydı. Ve o yer çoğu zaman zorluklara göğüs germekti. Çünkü hakikati dile getirmek bu topraklarda bedel ödemeyi gerektirirdi. O bu bedeli ödemeyi göze aldı...

Nihat Genç’in fikir dünyasında en dokunulmaz, en tartışmaya kapalı başlık 'milli meseleler'di. Bu, onun için varoluşsal bir meseleydi. Daima Türkiye'nin kendi kaynaklarıyla ayakta durmasını, kendi aklıyla yol almasını savundu.

Türkiye’nin tam bağımsızlığı, toprak bütünlüğü, hukukun üstünlüğü, herkesin eşit vatandaş olarak yaşama hakkı, Cumhuriyet’in kurucu ilkeleri ve milletin bölünmez bütünlüğü onun zihninde ve vicdanında kırmızı çizgilerdi. Bu değerlere yönelen her tehdit, kimden gelirse gelsin karşısında Nihat Genç’i buldu. Onun için mesele kişiler ya da partiler değil, devletin bekası ve Türk milletinin onuruydu.

Nihat Genç, klasik anlamda bir “entelektüel” değildi; o tanımların çok dışındaydı. Fikirlerini halkın anlayacağı, hissedeceği, hatta kızacağı kelimelerle anlattı. Kızdırdı da... Ama düşündürdü. Farklı bir tarzı vardı. Sarsmadan, rahatsız etmeden, ikna etmeye çalışmazdı. Hakikati ortaya koyar, yüzleşmek istemeyenleri kendiyle baş başa bırakırdı.

Vasiyetiydi: “Cumhuriyeti yaşatın” diyerek gitti. Bu söz aslında Nihat Genç'in tüm yaşamının bir özetiydi. Nihat Genç, bu milletin çocuklarına, gençlerine, yazarlarına, gazetecilerine, siyasetçilerine son bir görev bıraktı. Geçmişin acılarını ve ödenen bedelleri unutmadan, Cumhuriyet’in değerlerini kararlılıkla savunmak ve sahiplenmek. Cumhuriyet’in değerlerini göz göre göre eritirsek; o zaman gerçekten kaybedeceğimizi bilirdi.

"Bakın çocuklar, bu topraklar bizden çok şey bekliyor. Biz, bu toprakların son umutlarıyız. Mühendis olarak, yazar olarak, yazılımcı olarak, tarımcısı olarak, çiftçisi olarak, annesi olarak... Bu millî heyecanlarımızı biran bırakamayız. Yani bu toprağın güzelliğini anlamazsan; zakkumun güzelliğini, buğdayın güzelliğini, kuzunun güzelliğini, çalışmanın güzelliğini, üretimin güzelliğini bütün bu güzelleri anlamazsan sen nimet sahibi, bereket sahibi olamazsın. Allah da sana vermez." derdi.

Hayatta bazı insanlar vardır, gidişiyle bir dönemin kapanışını simgeler. Nihat Genç’in ardından işte öyle bir boşluk kaldı şimdi. Yerini başka bir insanla dolduramazsın. Şimdi onun dürüst kalemi, kararlı duruşu, sözünü sakınmayan sesi, cesareti ve memlekete adanmışlığı artık yok. Ama geride bıraktığı fikirler hâlâ capcanlı. Nihat Genç, bir nesli uyandıran, insanları düşünmeye sefk eden bir kalem olarak tarihe geçti ve gidişiyle hepimize şu soruyu sordu: “Şimdi siz ne yapacaksınız?”