Duvara Bakakalmak mı, Hayatımıza Renk Katmak mı?
Aşık oluruz.
Bir ilişkiye başlarız, belki bu aşkı evlilikle taçlandırırız.
Aylar, yıllar birbirini kovalarken bir gün kendimizi derin bir boşlukta bulabiliriz.
Sanki hayat arkadaşımıza eskisi gibi bakamıyor, birlikte paylaştığımız şeylerden aynı tadı alamıyor gibi hissederiz.
Ve tam bu noktada, aklımıza o kaçış sorusu gelir:
Dışarıda koca bir dünya varken, neden hayatımız boyunca hep aynı duvara bakalım?
Aldatmaların büyük bir kısmı işte bu dürtülerle başlıyor.
Heyecan arayışı, farklılık isteği, daha fazlasını arzulama duygusu...
Birçok hikâyenin başlangıç noktası burası.
Şimdi bakış açımızı değiştirelim.
Hayatımızda güvenebildiğimiz, sevdiğimiz, birlikte birçok şey paylaştığımız bir insan var.
O “duvar” dediğimiz şey, aslında hayatla birlikte ördüğümüz ortak geçmişimiz.
Elbette hayat boyunca sadece bir duvara bakmak istemeyiz.
Ama o duvara nefes alabileceğimiz pencereler açabilir, umutla dolu tablolar asabiliriz.
Eğer bu duvar; sırtımızı yasladığımız, bizi dış dünyanın fırtınalarından koruyan bir kaleye dönüşmüşse,
eğer onun yanında gerçek kimliğimizle var olabiliyorsak, daha fazlasını istemek neden gerekli olsun ki?
İnsan elbette kendi yaşam tarzını seçebilir.
Bekar kalmak isteyebilir, bir ilişki sorumluluğu almak istemeyebilir.
Bu tamamen saygı duyulacak bir karardır.
Ancak hem hayatınıza birini alıp hem de “özgürlük” adına ilişkiyi yok saymak;
hatta daha da kötüsü, aldatmayı türlü bahanelerle meşrulaştırmaya çalışmak...
Bu sadece karaktersizliktir.
Peki neden aldatırız?
Bana göre hiçbir bahanesi olmamakla birlikte, aldatmanın altında yatan dinamikleri ve kadın-erkek aldatmalarındaki farklılıkları bir sonraki yazımda birlikte inceleyeceğiz.