Bakanlıkları altı partiye bölüştürme projesinin altında yatan kurnazlık

Altı Parti’nin bir araya gelerek seçim ittifakı yapmasında, birlikte cumhurbaşkanı adayı belirlemesinde garipsenecek bir durum yok.

Ama iş, altı partinin liderinin de cumhurbaşkanı yardımcısı olmasına, bakanlıkların altı parti arasında bölüşülmesine gelince, orda bir dakika durun ve düşünün.

Kimsenin niyeti öyle, “Demokrasi için istişari yönetim” falan değil. Bunun adı açık açık, devletin, iktidarın imkânlarını altı partiye bölüştürme koalisyonudur.

Altı partinin liderinin de cumhurbaşkanı yardımcısı olması ve bakanlıkların her partinin oy oranına göre bölüştürülmesinin altında yatan neden de ne olursa olsun Erdoğan’ın gönderilmesine dönük husumet ve bunu gerçekleştirmek için her yolun mübah olması anlayışıdır.

Ulufe dağıtır gibi her partiye bakanlık dağıtılması, aslında her partinin tabanını, sağlam tutma kurnazlığından başka bir şey değil. Mesela, Demokrat Parti’ye oy vermeyi düşünen seçmen; Altılı Masa’nın iktidara gelmesi durumunda, en az bir bakanlığı olduğunu bilecek. “Verdiğim oy boşa gitmeyecek. Kapısını çalacağım bir bakanlık var” diyecek.

Her parti için durum böyle.

ALTI PARTİNİN TABAN KAYBETMESİNİ ENGELLEMEK İÇİN YÖNETEMEYECEK BİR SİSTEMİ KABULLENMEK

Amaç, Saadet, DEVA, Demokrat, Gelecek Partisi tabanını sağlam tutmak. AK Parti’ye ve Erdoğan’a oy kaymasını önlemek. Türkiye’yi yönetilemez bir ülke haline getirme pahasına, siyasi cambazlıklardan vazgeçmemek.

CHP’li belediyelerin nasıl yönetildiğine dönüp bakmak yeterli. Bu belediyelerdeki örneklemeler, aslında CHP öncülüğünde Türkiye’nin nasıl yönetileceğinin de aynası değil mi?

Son beş yıl içinde kaç CHP’li belediyeye yolsuzluk operasyonu yapıldı? Kaç kişi tutuklandı? Sayısını bilen var mı? “Bilmiyorum ama epey var” dediğinizi duyuyorum. CHP’li kaç belediye, kendi adamlarına yer açmak için işçi kıyımı yapmadı? Tanju Özcan, “Belediyelere adam torpille alınır” demedi mi? İstanbul’da bir kalemde, sırf AK Partili iddiası ile 13 bin kişinin ekmeğine son verilmedi mi? Hangi liyakatten bahsedeceksiniz?

“Bu iktidar döneminde torpil yok mu? Adam kayırma yok mu?” diyorsunuz değil mi?

Elbette var. Bu durum Türkiye’nin geleneksel siyaset ve yönetim yapısında var. Siyasetçinin de seçmenin de beklentileri ne yazık ki hep bu doğrultuda oldu. Benim için önemli olan; Türkiye’nin yönetilmesi noktasında taşıdığım endişeler.

Altı partinin tabanını sağlam tutmak, neye mal olursa olsun, seçimi kazanmak adına doğrulardan taviz verirseniz, daha baştan ülkeyi yanlış yönetmeye mahkûm olursunuz.

YAPMAYIN SAYIN KILIÇDAROĞLU, YAPMAYIN SAYIN AKŞENER

Diyelim seçimi kazandınız ve parlamenter sistem için düğmeye bastınız. En az üç yıla ihtiyacınız var. Bu üç yıl boyunca, ülkeyi nasıl yöneteceksiniz? Cumhurbaşkanı, Kandil’e operasyon talimatı vermek için gece yarısı altı liderin evine imzalanmak üzere kararname mi gönderecek?

Yapmayın Sayın Kılıçdaroğlu, yapmayın Sayın Akşener. Cumhurbaşkanı adayınız kim olursa olsun, o yüce makama aday göstereceğiniz ismi daha seçilmeden itibarsızlaştırmayın.

1960-2002 yılları arasındaki 42 yıl, yönetilemeyen bir Türkiye’nin tarihidir. Bu 42 yılı anlamadan, sindirmeden, Türkiye üzerine oynanan oyunlar anlaşılamaz. Bu yıllar arasında 21 tane azınlık ve koalisyon hükümeti var. 42 yıl boyunca iş başına gelen hükümetlerin ortalama ömrü 12-13 ay.

2002 Kasım’ında tek başına iktidar olan ve sonraki 20 yıl boyunca ülkeyi yöneten, Erdoğan ve AK Parti’nin başarısının altındaki gerçek; Türkiye’nin millet çoğunluğundan aldığı destekle, güçlü bir parti ve güçlü bir lider tarafından yönetilmesindedir.

“ERDOĞAN GİTSİN DE SONRA DÜŞÜNÜRÜZ” DEMEKLE OLMUYOR

Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren, Osmanlı mirasını, “böl-parçala-yut” anlayışıyla ele geçiren emperyaller, aynı sistemi bu coğrafyanın yönetim durumuna da adapte etti. Amerika ve Batı’nın anlayışı, kimi zaman darbeciler, kimi zaman aşiretler, şeyhler, krallar, kimi zaman da bölünmüş siyasal yapılarla bu coğrafyayı yönetilemez hale getirmekti. Yüzde 50’nin üstündeki halk desteğiyle 10 yıl iktidarda kalan Menderes, bunun için bertaraf edildi.

O tarihten itibaren de Türkiye bir daha istikrara kavuşmadı.

Bir daha halk nezdinde Menderes gibi güçlü bir lider çıkmamalıydı. Öyle de yaptılar. Darbelerle, terörle, koalisyonlarla, azınlık hükümetleriyle Türkiye’yi yönetilemez hale getirip, perde arkasında gladio ve benzeri türevlerle Türkiye’yi kendileri yönettiler. Ta ki Erdoğan; “Önce Türkiye’nin çıkarları” deyinceye kadar.

Hiçbir iktidar ve hiçbir lider sonsuza kadar bu ülkeyi yönetmeyecek.

Elbette bu ülkeyi yönetmeye talip, farklı partiler, farklı isimler iddiasını ortaya koyacak.

Soru şu; Türkiye’nin bugün geldiği noktada, bu işi başarabilecek, kazanımları ileri taşıyacak alternatif siyaset ve siyasetçiler var mı?

“Erdoğan gitsin de gerisini ondan sonra düşünürüz” demekle olmuyor.