Gerçek aşk hala bir yerlerde var mı?
Ya bir düşünsene…
Birini seviyorsun ama ondan bir kelime duymak için aylarca mektup bekliyorsun. O bir kelimeyle sabahlara kadar hayal kuruyorsun. Bir yol kenarından geçerken uzaktan yüzünü görebilmek için saatlerce pencere önünde bekliyorsun. Göz göze geldiğin birkaç saniyelik anıyla günlerce yaşıyorsun, kalbin titreyerek…
Ve şimdi dön bak şu an yaşananlara: Birkaç mesajla başlayan şey, daha ne olduğunu anlamadan ‘ilişki’ oluyor. Duygular hızla tüketiliyor, samimiyetin yerini tüketim alışkanlıkları alıyor. İki tartışma sonrası kapılar çarpılıyor, bloklar atılıyor. Sonra hop, sıradaki gelsin. Artık aşk değil bu, fabrika çıkışlı bir şey yaşıyoruz. Tarihsiz, derinliksiz, sabırsız. Tüket-çık sistemine geçmiş bir duygular ekonomisi.
Ve işin en acısı: Biz bunlara ‘aşk’ demeye devam ediyoruz. Ama bu, gerçek aşkı yaşamış ve hakkını vermiş insanlara büyük haksızlık. Çünkü aşk; beklemeyi bilirdi. Özlemeyi, sabretmeyi, kıymet bilmeyi. Şimdi ise aşk; hızlı tüketilen bir içerik gibi.
Gerçek aşk hâlâ bir yerlerde var mı?